Son kez bedelli askerlik umudu

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş NTV'de bedelli askerlik ile ilgili açıklamalarda bulundu.

26.11.2013 Salı 08:27

Kurtulmuş, " Askerliğini yapamamış birikmiş olan bugün 400 bin gencimizden bahsediyoruz bunlarla ilgili de belki bir sefer olmak üzere son sefer olmak üzere bir bedelli askerlik uygulaması olabilir" dedi. - Bedeli askerlik konusunda GBT’lerde aranmak istemiyorum bedelli askerlik istiyoruz, çok mağdur olduklarını dile getirmişler mesaj atan izleyicilerimiz. Makul yaş ve tutarda çözüm bekleyen milyonlar var. Burada bedelli askerlik nasıl olacak ne zaman olacak kendi ihtiyaçları çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı'dır. Tabii hükümet bunu bir siyasi kararlılıkla gündeme getirecek bu istişareler zaman zaman yapılıyor. Şu anda böyle bir talebi yok Genelkurmay Başkanlığı'nın. Kişisel fikrim esas olan sık sık bedeli askerliği konuşmaktan ziyade askerlik sisteminde bir revizyona gitmektir. O da Türkiye'de artık çok sayıda piyademizin olduğu askerlik sistemi yerine üstün savunma kabiliyeti olan uzman ordunun olması. Geri kalan bütün gençlerimiz içinse askerliğin mümkün olduğu kadar kısaltılması esastır. Böyle bir düzenlemeye doğru Türkiye'nin gitmekte olduğunu görüyorum. Ama bu arada askerliğini yapamamış birikmiş olan bugün 400 bin gencimizden bahsediyoruz bunlarla ilgili de belki bir sefer olmak üzere son sefer olmak üzere bir bedelli askerlik uygulaması olabilir. Bu teknik bir meseledir bu talebi de ortaya koyacak olan genelkurmay başkanlığıdır. Ama bir revizyona gitmeden bugün bedeli askerliği konuşursak hiç şüphesiz bir kaç sene sonra tekrar konuşuyor olacağız. - Dershane konusu daha çok Ak Parti cemaat çatışması olarak algılandı. Bu konunun eğitim sistemi değil de başka güç dengeleri üzerinden tartışılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Biz bunu başından beri yanlış buluyoruz. Bu konunun tamamen Türk eğitim sistemi içinde ele alınması gereken reform ve ıslah projesi programı olduğunu görmek lazım. Bu son tartışmaları bir tarafa bırakırsak hiç kimse Türkiye'de eğitim sisteminin çocuklarımızı bir yarış atı gibi hazırlaması, lise programları üniversite hazırlık çalışmaları -ben de üç çocuğu bu süreçlerden geçmiş birisi olarak söylüyorum- bütün buralarda çocuklarımız ezbere dayalı sadece soru çözmeye dayalı bir program üzerinden üniversitelere hazırlanıyor. Ben aynı zamanda üniversite hocalığına devam eden birisi olarak ifade ediyorum; bu çocuklarımızın problem çözme yeteneğini, meramını ifade etme kabiliyetini, farklı olayları farklı şartlar altında analiz etme kabiliyetini ciddi şekilde azaltıyor. Dolayısıyla bizim öncelikli olarak bu eğitim sistemi bu şekilde gitmiyor. Çocuklarımızın sadece sorular çözme değil aynı zamanda hayata ilişkin sorunları çözebilen çocuklar olarak mezen olması esastır. İkincisi, ortada bu dershanelerin varlığı sebebiyle çok ciddi çifte standartların olduğu da görülüyor. Dershaneye giden var gidemeyen var, iyi dershaneler var vasatları var. Dolayısıyla hiçbir çocuğun bir sınava tabi tutulmaksızın üniversiteye girebilmesini sağlayacak bir sisteme dönebilmektir. Bunun için de 2004 yılından beri sürdürülen bir çalışma var. 2008 yılında bir kere daha güncellenmiş ve en son bir buçuk sene evvel gerekli adımların atılması için ilgili bütün taraflarla müzakere edilmiş. Bu konuda hükümet olarak bütün taraflarla ilgili dört temel dershanecilerimizin oluşturmuş olduğu dernekler var. Bu derneklerin mensuplarıyla konuşulmuş ve bunların bir kısmı özel okullara dönmesi sağlansın, en azından yüzde 20’lik bir kısmın hemen dönebileceği anlaşılıyor. Ayrıca özel okullaşmayla ilgili kriterleri milli eğitim bakanlığını düşüreceğini ilan ediyor. Bir kısmının açık lise olması ve bunun bir müddet devam etmesi öngörülüyor. Ayrıca isteyenlerin yine etüt merkezleri ve çalışma merkezleri şekliden kendilerini adapte edebilmeleri mümkün oluyor. Dolayısıyla ortada büyütülecek, bunun üzerinden bir sistem ve siyasi tartışma olacak bir durum yok. Hükümetin 2004’ten beri seçmenine vermiş olduğu bir söz var. Asla bu meselenin herhangi bir gruba bir eğitim sisteminin içinde bir camiaya karşı hedef alınmış bir adım olmadığını herkesin görmesi lazım. Bu sürecin iyileştirilmesiyle ilgili kimin ne projesi ne teklifi varsa bunu da Milli Eğitim Bakanlığı ile paylaşması gerekiyor. Aslıdan bu çok geç kalmış bir tartışma. 1983’ten beri dershane meselesi tartışılmış. Rahmetli Özal zamanında bununla ilgili bir takım çalışmalar yapılmış. O zaman ki Milli Güvenlik Kurulu tarafından bu çalışmalar durdurulmuş. Hakikatten hayret ediyorum bunun yeni bir meseleymiş gibi ele alınmasının ve buradan eğitime ilişkin bir konu olmasına rağmen siyasi bir tartışma alanı çıkartmanın son derece sağlıksız olduğunu ifade etmek istiyorum. Hele de aşağı yukarı AK Parti tabanıyla grubuyla iç içe geçmiş bir camianın böyle bir meselede asla hedef olarak alınmadığını da ifade etmek herhalde hakkı teslim etmekten ibaret olur. - Sayın Başbakan'ın bir gece baskınıyla düzenleme yapılacak iafdeswine yapmış olduğu bir sitem var. Cemaatin ileri gelenleri bugüne kadar ne istediler de Tayyip Erdoğan geri gönderdi söylemi. Bu sözlerle ilgili bir genel değerlendirme isteyeceğim sizden. Burada ortalığı kızıştırmak isteyenler, buralardan belli konumlar elde etmek isteyenler olabilir. Bu konunun arkasında hiçbir şekilde bir camiayı hedef almanın, burada söz konusu olarak cemaati hedef almanın söz konusu olmadığını belirtmek isteyim. Tam tersine o camianın birikimi de özel okula dönüştürün dendiği zaman rahatlıkla dönüştürecek olan dünyanın her yerinde özel okullar açma başarısı gösteren bir cemaattir. Burada böyle bir algının ortaya çıkartılması son derece yanlıştır. Sayın başbakanımız da haklı olarak dünyanın her yerinde cemaat mensubu kardeşlerimizin yapmış olduğu bütün çalışmaların önünü açmıştır, bir engel koyulması mümkün değildir. Bunu yıllar için yaşayan belki 'bunların önünü niye açıyorsunuz' diye birçok siteme de maruz kalan Başbakan son derece haklı sitemlerde bulunuyor. Ümit ediyorum en kısa sürede gerilim sona erer. -İmralı’ya uluslar arası gözlemcilerin, gazetecilerin gidebileceği olasılığı üzerinde duruluyor. Süreçte nereye gelindi? Böyle bir olasılık mümkün mü sizce? Burada Adalet Bakanlığı'nın yetkisi alanında bir iştir. Şu anda hükümlü olan kişilerin İmralı cezaevinde bulunmaları da son derece şeffaftır. Dolayısıyla Adalet Bakanlığı'nın bu konuda gizleyeceği bir şey yoktur ama kararı adalet bakanlığı kendisi verecektir. - Sayın Yalçın Akdoğan’ın açıklamaları vardı; çok kapsamlı ve yeni bir rapor hazırladıklarını bu açılım ve çözüm süreci ile ilgili. Bu rapora dair bir bilginiz var mı? Genel çerçevesi bellidir. Burada atılan zaten demokratikleşme paketinde ortaya konan fikirlerin gerekli adımları atılmıştır. Yasa çıkarılması gereken konularda da bu yasalar çıkartılacaktır. Bütün bunların hepsi şeffaftır. Daha ilave adımlar atılması gerektiğinde de atılacaktır adımlar. - Barzani-Öcalan kıyası yapıldı, bu kıyası ne derece doğru buluyorsunuz? BDP’nin bu buluşmada takındığı tavra dair neler söylemek istersiniz? Bir kere biz bu meseleyi sadece Türkiye ile ilgili bir mesele olarak ele almanın kısıtlayıcı olduğunu düşünüyoruz. Aslıdan İran, Irak Suriye, Türkiye bu dört bölgede de yaşayan Kürt kardeşlerimiz var. Bakıldığı zaman rakamlar olarak çoğunluğu da Türkiye'de yaşıyor. Dolayısıyla birinci derece Kürt meselesine sahip olan Türkiye'dir. Türkiye bu anlamda da bölgesel olarak Kürtlerin hakkını hukukunu koruyan bir ülke durumundadır. Biz bir bahçeye bakan komşu evler gibiyiz. Biz kendi bahçemizde olanları düzenlemek varsa fikri ayrılıklar bunları ortadan kaldırmak ve bu şekilde kendi küresel barışımızı sağlamak durumundayız. Ben sayın Barzani’nin gelmesinin bu çerçevede de değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca biz kendi bahçemizi düzenlemeyi başaramazsak 10 bin kilometreden 3 bin kilometreden birileri gelir zorla bu bahçedeki işleri düzenlemeye çalışır. Kıyamete kadar bu bölgede yaşayacak olan esas unsurlar olarak düşünmemiz gereken sorunlarımızı biz mi çözeceğiz zorla çözülmesi için bir takım dayatmalarla karşı karşıya mı kalacağız. Dışarıdan gelenler buranın sorunlarını çözebilseydi 1. Dünya Savaşı'ndan sonra 2. Dünya Savaşı'ndan sonra bu bölgeyi yeniden yapılandıranlar bütün sorunları kalıcı olarak çözebilirlerdi. - Tabi bütün aktörleri konuşurken PYD’den de bahsetmek gerekecek. Salih Müslim uyarıyor geçici özerklikle ilgili Suriye’nin kuzeyinde bir Arap-Kürt çatışması olasılığı da var diyor. Bu durumdan Türkiye'nin nasıl etkilenmesi söz konusu? Biz Irak’la ve Suriye ilgili bütün hassasiyetlerinizi başından beri dile getiriyoruz. Suriye ile ilgili çeşitli senaryoları konuşurken başından itibaren en önemli üzerinde durduğumuz noktalardan birisi Suriye’nin Bosnalaştırılması ya da Balkanlaştırılması tehlikesidir. Dolayısıyla bütün bu bölgedeki unsurların yeni ayrışmaların, kamplaşmaların, sadece bölgesel bölünmeler anlamında söylemiyorum, halkların gönüllerindeki bölünmeler anlamında söylüyorum bunları ortadan kaldırmak gerekir. Lübnan’da uzun yıllar iç savaşa tutuşmuş olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bunun kimseye bir yarar sağlamadığını bizzat Lübnanlılar ağır bir fatura ile anlamış oldular. Dolayısıyla bu sözlerin ortamın gerginliği ile söylenmiş maksadını aşan söyleyenler de hiçbir faydası olmayan sözler olarak görürüm. - Terörün Türkiye'yi olan maliyeti üzerinde kapsamlı çalışmalarınız oldu. Bu rakamlarla ilgili paylaşmak istediğiniz şeyler olur mu? Şimdiye kadar 300 milyar dolar civarında laflar edildi. Bu aşağı yukarı güvenlik harcamalarıyla ilgili kısmıydı. Ama Türkiye'nin 28 yıllık terör sürecinde büyükşehirlere göçün verdiği maliyet, turizm gelirlerinde, sınır ticaretindeki azalış, tarım ve hayvancılıktaki azalış, Türkiye'nin borçlanma maliyetleri terör dolayısıyla risk primi arttığı için olan artış, yabancı doğrudan sermayenin gelişindeki azalış, bütün bunları topladığımız zaman aşağı yukarı Türkiye bu zamana kadar 4.07 büyümüş. Bu etkilerin altında kalmasaydı, en az yılda 0.50 daha fazla büyüseydi bu bakımdan kazancı 2.345 trilyon lira olacaktı. Yani bir buçuk milyayagr dolar demektir. Türkiye bu büyük gücü, kalkınma performansını kaybetmeseydi, ekonomik büyüme sağlanmış olsaydı bugün Türkiye'nin gayrisafi milli hasılası 903.3 milyar lira olacaktı. - Anayasa çalışmaları konusunda gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz. Özellikle Haşim Kılıç’ın açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Şimdi Türkiye'nin bir anayasa yazmak değil anayasa yapmak mecburiyeti vardır. Türkiye'de ne konuşursanız konuşun bütün sorunların kaynağı anayasadaki bozukluklara dayanıyor. Dolayısıyla Türkiye bir anayasal sistemini değiştirmek zorundadır. Dolayısıyla hiçbir siyasi parti bu anayasa yapma iradesinden kalkamaz. Dolayısıyla bütün partilerin sorumluluğudur. Anayasa maddelerini önemli önemsiz diye ayıramayız. Bana göre en önemli madde ruhudur anayasanın. En doğru anayasa nasıl yazılır derseniz ‘Devlet adaleti sağlamakla yükümlüdür’ yazarım bu yeter. Ama sonuçta Türkiye'de bir siyasi zihniyet kavgası yapılıyor, eski Türkiye’yi savunanlarla yeni Türkiye'yi savunanların mücadelesidir. Bu 60 maddenin bütünüyle değiştirecek maddeler olmadığının farkındadır AK Parti ama hiç olmazsa bir söz verilmiştir millete ve bu kadar çalışma boşa gitmesin kabilinden bir adım atmanın bu 60 maddenin oylanıp geçirilmesinde büyük fayda vardır. Muhalefet partileri bundan ve anayasa yapmaktan kaçarlarsa 2015 seçimlerinde AK Parti anayasayı değiştirecek çoğunlukla tekrar parlamentoya girer. Bütün bunlar olmazsa seçilmiş bir anayasa meclisine Türkiye gidebilir. Dolayısıyla bu meseleyi yolu tıkmadan milletin temsilcileri kimi gönderiyor. 300-350 temsilcilik bir anayasa meclisi seçilir ve bu meclis yeni anayasayı yapmaya muktedir olur. Eğer bu da beğenilmiyorsa o zaman bir şey söylenemez. 26 milletvekili olan bir parti mutabık kalmayacaksa anayasa meselesi tıkanıyorsa ya gidip halktan yeniden anayasal çoğunluk alabilecek bir güçle gelirsiniz ya da anayasa meclisi gibi yeni tekliflerle yolu açarsınız.