22.08.2013 Perşembe 08:27
Hükümet, 1 Eylül'de adım atmazsa süreci askıya alacaklarını söyleyen Cemil Bayık “Silahlı mücadeleyi düşünmüyoruz. Başka yollar var” dedi Kürt sorununa ilişkin barış sürecine katkı sağlaması amacıyla kurulan Âkil İnsanlar Heyeti'nde yer alan Celalettin Can ve Tükenmez Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Nimet Tanrıkulu, kısa bir süre önce Kandil'e giderek KCK Yürütme Konseyi'nin eşbaşkanları Cemil Bayık ve Bese Hozat ile görüştü. Görüşmelere KCK'nin üst düzey yöneticileri Mustafa Karasu, Ali Haydar Kaytan, Sabri Ok ve Beritan Dersim de katıldı. Taraf 'a Kandil temaslarıyla ilgili açıklamalar yapan Celalettin Can, PKK'nın geri çekilme sürecine yönelik yaklaşımlarını da aktardı. Can'ın ifadeleri şöyle: TASFİYEYE KARŞI HAZIRLIKLIYDIK “Seçim barajının düşürülmemesi önemli bir sorun olarak duruyor. Ama en önemli sorun Öcalan'ın barış sürecini yürüteceği insanlarla görüşememesi. Bayram süresince Dersim'e, Diyarbakır'a, Mardin'e, Cizre'ye ve Şırnak'a kadar gittim ve geniş halk kesimleriyle görüştüm. Kürt kamuoyunda hükümete karşı ciddi anlamda güvensizlik oluşmuş, “asıl amaç tasfiye mi” algısı güçlü. Cemil Bayık'a sordum kaygılarını açıkça anlattı. AKP'nin 2012 yılında kendilerini tasfiye etmeye çalıştığını ama başaramadığını söyledi. Bayık kendilerinin de bu dönemde 2013 yılı için ciddi bir hazırlık yaptıklarını, Türkiye tarafında şehirleri de kapsayacak bir şekilde sonuç almaya yönelik darbeler vurmaya hazırlandıklarını anlattı.” GÜVENSİZLİK ARTTI Bayık, bu hazırlıkları hangi koşullarda durdurduklarını Can'a şöyle aktardı: “Abdullah Öcalan barış için el uzatınca Başbakan da bu eli tutunca biz bu hazırlıkları durdurduk. Ateşkes kararı, elimizdeki esirlerin bırakılması, gerillanın geri çekilmesi bu süreci takip etti ve süreç halen devam ediyor. Aramızda tarihsel ve güncel yaşanmışlıklardan kaynaklı toplumsal, siyasal güvensizlikler var. Dolayısıyla sorunun esasına yönelmek için gerekli olan ‘Güven Verici Adımlar'ın tek yanlı kalmaması gerekiyor. Ama hükümet verdiği sözlerin hiçbirini tutmayınca zaten hâlihazırda var olan güvensizlik arttı.” Can, Bayık'la görüşmesinde örgütün hükümete 15 Ekim'e kadar süre tanımasının da gündeme geldiğini kaydetti. Bayık görüşmede bu sürenin sonunda silahlı mücadeleye dönmeyi düşünmediklerini söyledi. Bayık'ın bu konudaki açıklamaları şöyle: KOMİSYONU BEKLİYORUZ “Önderlik, sekiz komisyon kurulmasını önerdi. Bunlar Hukuk Komisyonu, Sosyo- Ekonomik Komisyon, Misak-ı Milli Komisyonu, Kadın Özgürlüğü Komisyonu, Ekoloji Komisyonu, Sivil Toplum Komisyonu, Güvenlik Komisyonu, Hakikatleri Araştırma ve İzleme Komisyonu. 1 Eylül'de bu komisyonların kurulacağı yönünde açıklamaların yapılmasını, 15 Ekim'e kadar da komisyonların kurulmasını istedi. Biz şimdi bekliyoruz. Bunu yapmazlarsa ‘Bu süreç tamamen bir oyundur ve bizi tasfiye etmeye çalışıyorlar' diye düşüneceğiz. Biz Kürt sorununun savaşla değil siyasetle çözülmesini istiyoruz. AKP'yi demokrasiye çekmek istiyoruz. Toplumun bu konuyu konuşması ve tartışması bizi umutlandırıyor.” SÜRECİ ASKIYA ALIRIZ “Her şeye rağmen 1 Eylül'de açıklama yapılmazsa ne yaparsınız” diye soran Can Bayık'tan şu cevabı aldığını söyledi: “Süreci askıya alırız, bunun son derece zengin ve yaratıcı yolları var. Gerillanın geri çekilmesinin yavaşlatılmasından tutun da çekilmenin durdurulmasına, bütün Türkiye'ye yayılan serhıldanlardan, görüşmelerin durdurulmasına, Kürdistan'ın diğer parçalarında AKP politikalarına karşı siyaset geliştirilmesine kadar daha akla gelmeyen birçok yol ve yöntem geliştirilebilir. Silahlı mücadeleyi şu an düşünmüyoruz. Kafamızda öyle bir şey yok ama biz her zaman her türlü gelişmeyi karşılayacak örgütsel düzeyi yakalamış durumdayız. Süreci askıya alırız. Mesela gerilla yavaş çıkar veya çıkışı durur, diyaloglar kesilir, kitle hareketleri örgütlenir ama silahlı mücadeleyi düşünmüyoruz.” ŞANTAJA İHTİYACIMIZ YOK Türk kamuoyunda PKK'den gelen bu açıklamaların şantaj olarak algılandığını Bayık'a hatırlatan Can, şu cevabı aldı: “Bizim şantaja ihtiyacımız yok. Biz dediğini yapan, yaptığının da arkasında duran bir hareketiz. Asıl başkaları bize şantaj yapmasın. Biz her zaman her şeyi yapmaya hazır şekilde organize olduk her şeye hazırız. Şu anda Abdullah Öcalan süreçten çekildiği takdirde ne olacağı hiç belli olmaz.” PYD-MİT GÖRÜŞMESİ ÖCALAN'A GİTTİ Öte yandan Celalettin Can, Başbakan'ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın, Öcalan'ın stratejik konumu olmadığı yönündeki yazısına da değindi. PYD Lideri Salih Müslim'in Türkiye'deki temaslarıyla ilgili önemli bilgiler veren Can şunları söyledi: “Madem Öcalan'ın stratejik konumu yok o zaman neden MİT Müsteşarı Sayın Hakan Fidan, Salih Müslim ile devletin yaptığı görüşmeler hakkında Öcalan'a bilgi verme ihtiyacı duydu. Siyasette şeffaf ve sahici olmak önemli bir meziyettir. Bu sürecin iki asli unsuru var; Abdullah Öcalan ve Recep Tayyip Erdoğan. Taraflar da PKK ile devlet. Süreç Öcalan ile hükümet arasında ilerleyen bir süreç. MİT Müsteşarı üzerinden yürüyen bir güvenlik meselesi algısı yaratılmaya çalışılıyor ama meselenin aslı budur.” BU YAKLAŞIM KAOS GETİRİR Can sözlerini şöyle sürdürdü: “Yalçın Akdoğan'ın savaşın bitmesinde en önemli rolü oynayan Öcalan'ı stratejik bir konumda görmemesini ciddi bir eksiklik olarak ve barış sürecini baltalayacak bir davranış olarak görüyorum. Hükümet kanadından Öcalan'a yalnızca silahsızlanma anlamına gelecek bir araçsallık rolü yüklenmiş olduğu anlaşılıyor. Bu yaklaşım barış sürecine çok zarar verebilecek, Türkiye'yi kaosa sürükleyebilecek çok tehlikeli bir bakış açısıdır.” ÖCALAN'IN STRATEJİK BİR ROLÜ VAR Şu an yaşanan barış sürecinde Abdullah Öcalan'ın rolünün stratejik olduğunu vurgulayan Celalettin Can, “Hükümet Öcalan ile kurduğu ilişkide Öcalan'ı stratejik konuma oturtmamış ise bu hükümetin subjektif görüşüdür asla objektif bir analiz değildir. Abdullah Öcalan'ın PKK ile PYD ile hatta PJAK ile olan ilişkilerdeki rolü stratejiktir. Her ne kadar hükümet kabul etmese de onlar da Öcalan'ı stratejik bir konuma koydular ve süreci onunla beraber yürütme yolunu seçtiler” dedi. Âkil İnsanlar Heyeti olarak Türkiye'yi dolaştıklarında Öcalan'ın stratejik konumunu halka anlattıklarını belirten Celalettin Can, şöyle devam eti: “Başbakan ile Dolmabahçe'de yaptığımız toplantıda ben bizatihi Öcalan'ın rolünün stratejik olduğunu anlattım kendilerine. Fakat Abdullah Öcalan'ın bu konumuna uygun bir donanıma kavuşturulmadığını ve bunu anlayamadığımı ilettim. Öcalan'ın barış için elimizdeki en büyük koz olduğunu söyledim. Hükümet bir yandan barış sürecinin sürmesini, silahların susmasını, gerillanın geri çekilmesini istiyor, en küçük sıkıntıda sorunu Abdullah Öcalan ile çözmek istiyor ama Öcalan'ın konumunu kabul etmiyor. Bu anlaşılmaz bir durum.” VERİLEN SÖZLER TUTULSUN “Öcalan ile ne konuşuluyor ise saygın ve güvenilir biri olarak ona göre davranılmalı, söz verilmişse diplomasi çerçevesinde yerine getirilmelidir. Diplomatik manevralarla süreç tehlikeye atılmamalıdır” diyen Can, konuyla ilgili şunları söyledi: “Öcalan'a sağlık açısından uygun koşullar sağlanmalı, dünyayı takip edebilmesi ve bu süreci yürütme konusunda ihtiyaç duyduğu elemanlar sağlanmalıdır. Barış süreci gelen giden mektuplarla yürütülemez. Öcalan'ın bu savaşın en önemli unsurları olan Kandil'deki arkadaşlarıyla iletişim kurabilmesi sağlanmalıdır. Aynı şekilde Türkiye'deki demokratik kuruluşlarla, barışla ilgili çeşitli kesimlerle ve akil insanlarla görüşmesinin de zemini oluşturulmalıdır.” SÜREÇ PARALEL YÜRÜTÜLMELİ Hükümet ile PKK arasında güven verici önlemler denilen karşılıklı güven oluşturmaya dayalı bir plan çizildiğini hatırlatan Can, şöyle konuştu: “PKK ateşkes ilan ederek, esir askerleri bırakarak ve Öcalan'ın çağrısıyla gerillayı geri çekerek kendine düşen görevleri yerine getirdi. Fakat paralel şekilde yürümesi gereken süreç böyle yürütülmedi. PKK kendi üzerine düşeni yaparken devlet karakol yapmaya devam etti. Sadece Dersim'de 38 tane karakol yapıldı. Lice'de bu karakol inşaatlarını protesto ederken insanlar öldü.” Bölgede baraj yapımının da devam ettiğini hatırlatan Can, Başbakan'ın baraj politikasını şöyle değerlendirdi: “Bu barajlar güvenlik anlayışıyla yapılıyor. Âkil İnsanlar toplantısında barajlarla ilgili bir soru sordum Başbakan'a. O da ‘dışarıya giden sular üzerinde egemenliğimizi kaybetmememiz lazım' dedi. Koruculuk meselesi hâlâ çözülmedi. Bu yüzden köye dönüş mümkün olmuyor. KCK davalarında şiddete bulaşmamış insanların bırakılması gerekirdi en azından milletvekillerinin ve hasta tutsakların bırakılması gerekirdi hükümet bunların hiçbirini yapmadı.”