01.06.2013 Cumartesi 13:08
Taksim Gezi Parkı'ndaki olaylar CHP'nin de desteği ile devam ediyor. "Bu hükümet gitsin de isterse NATO gelsin" yaklaşımın hakim olduğu protesto gösterilerine en farklı bakış Takvim yazarı Ergün Diler'den geldi. İşte Diler'in yazısı: Başka bir konuyu yazacaktım ama TAKSİM'de olup bitenleri görünce hiç şansım olmadığını gördüm. Mecburen rotayı Gezi Parkı'na kırdım! Taksim'e çıkmak için önce biraz uzaklara gitmek gerektiğini düşünüyorum. Yakın tarih bize öğretti ki; içerideki YARAYI KAŞIYANeller hep yabancıydı! Bir milleti köleleştirmenin iki yolu vardır. Ya kılıçla ya da para ile... Gücünüz yetiyorsa ve kayıpları göze alıyorsanız, bunu kılıçla yaparsınız. Ama bu uzun zamandır terk edilen bir formül! Diğeri isePARADIR! Yıllardır dünya bu metotla yönetiliyor! Ve Türkiye bunu anlayamadığı için 60 yıldır belini doğrultamıyor! Bizler teröristleri hep dağlarda, ovalarda, bomba yüklü araçlarda, pusularda, karanlık odaklarda aradık! Oysa POSTMODERN teröristler, 15 bin liralık takım elbise giyen, 1000 liralık kravat takan İtalyan ayakkabı ile lüks otellerin lobilerini dolduran insanlardı! Biz bunların terörist olduğunu anlayamadığımız için hem engel olamadık hem de gereken saygıyı aralıksız gösterdik! Elinde 1000 dolarlık kalem taşıyan birine yasa dışı örgüt elemanı muamelesi yapmak garipti çünkü! İşte oyun da burada başlıyordu! Biz içeride birbirimizi yerken, onlar 'roof'larda viskileri kaldırıp gülerek "Şerefe" diyorlardı... Bu takım elbiseli arkadaşlar, IMF'nin ya da Dünya Bankası'nın önerilerini getirirdi! Bazen tavsiye, çoğu zamanda asla cebimize girmeyecek paralar verirlerdi! Para verirken şartları olurdu! Yapılacak işleri daha doğrusu eksik görülen yerlerdeki işleri ya kendi şirketlerine ya da içerideki partnerlerine dağıtırlardı! Bilinmeyen bir YANDAŞLIK vardı anlayacağınız! Biz bu oyuna hep geldik! PARA ile geldikleri için de ipler hep onlarda oldu! Mesela Dünya Bankası denilen yapının 188 üyesi vardı! Birisi de Türkiye idi. Bu üyelerden 11'i sermayenin yüzde 50'sine, Türkiye gibi bir ülke ise yüzde 0.5'ine sahipti! Haliyle karar almanız ve uygulamanız mümkün değildi! Ve bu örgütleri de yıllarca BILDERBERG'ciler yönetti! 6 dev Musevi ailesinin adamları... Yani Türkiye bir süpermarketti ve kasayı hep bu isimler topluyordu! Halk ya kredi kartıyla ya da veresiye yazdırarak borçlanıyordu! Bir süre sonra o markette alış-veriş yapan insanın boynu bükük oluyordu! Nereye basıp basmayacağı bile kararlaştırılıyordu! Çünkü çok karlı ve ılımlı müşterileri olan bir işletmeydi! Bu markette işlerin bozulmaması için de içeriden ortaklar ve gözetmenler tayin ediliyordu! Çark da hiç bozulmadan devam edip gidiyordu! Taksim Gezi Parkı'ndaki olayları görünce, çok kişinin göremediği perde arkasındaki enstrümanlara yolculuk ettim! Muhtemelen yakınlardaki otellerin lobilerinde birileri olup biteni gülerek izliyordu! Taksim'e çıkan kaç yabancı istihbaratçı vardı bilmiyorum! Emirleri dağıtan merkezin çok uluslu bir güçten oluştuğunu tahmin edebiliyordum! Ama Tunus'ta Buazizi'nin kendini ateşe vererek başlattığı Arap Baharı'nın bir benzerinin Gezi'de planlandığı bir gerçekti! Kürt Baharı başlatamayan TAKIM ELBİSELİ elemanlar, Türk Baharı'nın peşindeydi! Bunu 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkarak yapacaklardı ama olmadı! Şimdi "Gezi" onlar için iyi bir karargahtı! TAKSİM'in onlar için ayrı bir önemi vardı! Batılılaşma ya da modernleşme(!) BEYOĞLU'nda kendini göstermişti! İstiklal Caddesi ve Pera değişik yaşam tarzlarının bileşkesiydi! Rengarenk bir uyumdu! Çeşitlilikti! Hedef burasıydı! Amaç, Ankara'ya "Değişemezsin" sokağa da "Değiştirilemezsin" mesajı vermekti! Çünkü din, tarih, dil gibi ortak değerlere sarılan Ankara, AVRUPA için büyük tehlikeydi! Ankara'nın gideceği istasyon "takım elbiseli" teröristlerin inebileceği bir yer değildi! Bu nedenle vagonların o istasyona ulaşmadan birbirinden kopması gerekiyordu! İyi niyetle, demokratik haklarını kullanmak için Taksim'e çıkan arkadaşlar da farkında olmadan kullanılıyordu! Amaç IMF'yi ülkeden kovan Türkiye'nin tekrar avuç açan ülke konumuna gelmesiydi! Bunun da yolu, ülkenin yönünü BATI'ya çevirmekti! Ortadoğu zenginlik, enerji ve gelecek demekti! Zaten Ankara, Ortadoğu'yu yöneten ilk Padişah Yavuz'un ismini üçüncü köprüye vererek hedefini ve istikametini açıkça ortaya koydu! Baronlar da bu GEZİ'den bizi alıkoymak için düğmeye bastı! Onların derdi PARA ile terbiye edecekleri Türkiye'nin ellerinden kaymaması! Yoksa kaybedeceklerini biliyorlar! EN büyük korkuları, Türkler'in OSMANLI'yı ve atalarını hatırlaması! Çünkü yıllardır bu "unutmuşluktan" beslendiler! Türkler kendilerini İSTİKLAL CADDESİ'nin dışında da gördüğü an BARONLARIN hiçbir gücü kalmayacak! Türkiye 2 kilometreye sığacak bir ülke değil. Para-metreyi değiştirmek istemiyorlar! OLAY BU! Gerisi teferruat!