12.09.2014 Cuma 22:20
Başbakan Ahmet Davutoğlu, ''Radikalleşme büyük tehdit. Biz sınırımızda herhangi bir terör yapılanması, radikalleşme istemeyiz. Ama bunun sebeplerine inmedikçe ve bunun sebepleri ortadan kaldırılmadıkça, bir grubu tasfiye edersin, başka bir grup çıkar'' dedi. ''ABD Başkanının açıkladığı yeni bir takvim var, buna ilişkin Türkiye'den beklentiler var, IŞİD meselesinde gelinen nokta nedir, Türkiye, bu koalisyonun neresinde olacak'' sorusu üzerine Davutoğlu, hareketli günler yaşandığını, tarihin çok hareketli aktığını, zamanın hareketli bir devinim içinde olduğunu söyledi. Geciken adaletin, gerçek niteliğini kaybetmesi gibi uluslararası toplumda geciken tedbirlerin daha büyük devasa problemlerini beraberinde getirebildiğini ifade eden Davutoğlu, kendilerinin 4 senedir Suriye bağlamında ortaya çıkan gelişmeler çerçevesinde bütün mütteffikleri ve bölge ülkelerini bir konuda harekete geçirmeye çalıştıklarını ifade etti. Davutoğlu, şöyle konuştu: ''Bu bölgede yapılar çok kırılgan, bir kere sarsılmaya başlarsa deprem fay hatlarıyla diğer yerlere de süratle yayılır. Eğer bunu kontrol altına tutmak icap ediyorsa ki icap ediyor, Suriye krizinin bir an önce çözülmesi lazım. Çünkü Suriye, Suriye belki doğal kaynaklar bakımından değil ama stratejik bakımdan bölgenin en önemli bölgesi. Neden? Bir yönüyle Irak'a bir taraftan komşu, bir taraftan Lübnan'a komşu, bir taraftan Filistin ve İsrail'e komşu. Diğer taraftan Türkiye ve Ürdün var. Bu üç komşunun, üçü de birisi etnik ve mezhebi bakımdan çok yapılı Irak gibi, Lübnan gibi. Filistin'de de zaten bir işgal ve süregiden bir uluslararası bir problem." "Suriye krizi kontrol altına alınmazsa buraların hepsinde çok ciddi depremler yaşanır" diye anlatmaya çalıştıklarını belirten Davutoğlu, şunları kaydetti: "Başta önce Esed'e anlatmaya çalıştık 8-9 ay, dinlemedi anlamadı. Zannetti ki dünya hala, bölge hala 80'li 90'li yıllarda babasının demir yumrukla ezdiği, Hama, Humus dönemlerinde yaşıyor, yani 1982 yılında Soğuk Savaş şartlarında. Neredeyse yalvardık, ' bu gidişat kötü, ülkenizle ilgili çok ciddi sıkıntılar var, hepimiz etkileniriz, şu reformları yapın'. 6-6.5 saat hep bunları konuştuk. Dinlemedi bizi çok ciddi zulümler ortaya çıktı.'' Diğer ülkelere ''eğer bu rejim durmazsa radikalleşme artacak" uyarısında bulunduklarını bildiren Davutoğlu, bunu, hem İran ve Rusya gibi Suriye'nin dostu ülkelere anlattıklarını hem de eskiden beri Suriye'yi eleştiregelen ve kendilerinin Suriye ile geliştirdikleri iyi ilişkileri eleştiren başta ABD olmak üzere Batı ülkelerine anlatmaya çalıştıklarını kaydetti. Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Ama hep İran ve Rusya kanadı 'Nasıl olsa Esed rejimi kontrol altına alır durumu, biz de müttefik kaybetmeyiz' diye düşündüler. Diğer ülkeler ise bir müddet görelim. Bir müdahale, zaten ABD müdahale yorgunuydu Irak dolayısıyla. Avrupalıların da bölgeye ilgisi çok sınırlıydı. Ve Türkiye tek başına neredeyse feryat etti. Her toplantıda, her yerde. Bugün Sayın Kerry ile de (ABD Dışişleri Bakanı John Kerry) tekrar konuşmamız esnasında bütün o serencamı paylaştık. Her yerde bunu anlattık. Çünkü biz biliyoruz bölgeyi. Bölgede eğer devlet yapıları çözülürse etnik ve mezhep kimlikler öne çıkar. Etnik ve mezhep kimlikler öne çıktığında yabancılaşanlar, kendilerinin dışlandığını hissedenler, radikalleşmeye yönelir. Ve nitekim maalesef olan, Suriye'de yüzde 12'lik bir sınırlı bir azınlık, geri kalan hükmetmeye çalışınca ve onlara her türlü baskıyla gelince bir mezhep çatışmasına dönüştü.'' -''ABD'nin Irak'ta bıraktığı silahlar IŞİD'in eline geçti''- Irak'ta Maliki için çok eleştirildiklerini hatırlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:'' ''O zaman Sayın Başbakanımız, Sayın Cumhurbaşkanımızın uyarıları, dünya önünde uyarılar yaptı. İçeride ne kadar eleştirildik. Kılıçdaroğlu, kalktı gitti Bağdat'a, Maliki'nin elini sıktı. Türkiye sırf bizi rahatsız etmek için. Ne oldu? Sonunda Maliki'nin o politikaları, Irak ordusunun Musul'dan her şeyi bırakarak kaçmasına yol açtı. Her şeyi bırakmanın önemi şu: bıraktığı şeyler IŞİD'in eline geçti. Bütün dost ülkelere muhalefeti destekleyelim derken, 'ya muhalefete giden silahlar başka ellere geçerse' diye haklı bir kaygı var. Ama şimdi Amerika'nın Irak'a bıraktığı silahlar, külliyen, topluca en sofistike silahlar, IŞİD'in eline geçti. Burada, altını küremediğiniz zaman, problemi zamanında çözmediğiniz zaman bir sonraki döneme alacağınız tedbirin çıtası yükseliyor. Maalesef bugün böyle bir durumla karşı karşıyayız'' -''Biz sınırımızda radikalleşme istemeyiz''- Radikalleşmenin büyük tehdit olduğunu vurgulayan Davutoğlu, ''Biz sınırımızda herhangi bir terör yapılanması, radikalleşme istemeyiz. Ama bunun sebeplerine inmedikçe ve bunun sebepleri ortadan kaldırılmadıkça, bir grubu tasfiye edersin, başka bir grup çıkar'' dedi. Bölgede şu anda maalesef mezhepçi politikalarla Irak, Suriye, Lübnan hattında Sünni kesimlerin kendilerini sahipsiz ve yalnızlaşmış hissettiklerini ifade eden Davutoğlu, ''Şii olması önemli değil, Şiiler yalnızlaşmış olsaydı onları savunmak gerekirdi. Yapılması gereken derhal bu tür tehditlere karşı ortak bir tutum sergilemek. Ama bu tehditlere karşı sergilenen ortak tutumun bir taraf adına, diğer tarafa dönük bir operasyon haline dönüşmemesine özen göstermek. Bu andan itibaren daha çok kitleler, yabancılaşan, dışlanan kitleler, bu tür radikal eylemler içine girerler'' değerlendirmesinde bulundu. ABD Başkanı Obama'nın da buna benzer ifadeleri bulunduğu hatırlatılarak, ''Dediğinize geldiklerini mi düşünüyorsunuz'' sorusuna Davutoğlu, şu yanıtı verdi: ''Kesinlikle. Bu kadar yıldan sonra Sayın Cumhurbaşkanımız hasta yatağındaydı. Joe Biden (ABD Başkan Yardımcısı) buraya geldi 2012'nin Aralık'ında, hasta yatağında bunu anlatmaya çalıştı. Ben geçen sene Irak'la yine de ilişkileri düzeltelim diye gittiğimde Maliki'ye bunu anlatmaya çalıştım 2013 Ekim'inde. Hep şöyle yorumlandı: Irak, demir bir yumrukla idare edildi, yani Müslüman topluluklar otoriter bir rejimle ancak istikrara dönerler. O zaman Esed gibi bir rejim Suriye'de dursun ve terör yayılmasın diyenler oldu. Batı'da da diyenler oldu, Doğu'da da. Irak'ta da Maliki, demir yumrukla idare etsin ve yarı otoriter. yarı demokrat, seçim itibarıyla demokratik gibi görünen, halbuki seçim sonrasında da bizim de desteğimizi almış olan Irakiye seçimi kazandı. El-Irakiye olmuş olsaydı, düşünün geçmiş 4 sene hükümeti Irakiye kursaydı, Sünni Şii hep beraber, başında Şii İyad Allavi de başkanı Sünniler de içindeydi. O kurmuş olsaydı bu mezhep çatışması yaşanmazdı. Bunu anlatamadık. Hep şu: 'Burayı bir şekilde yarı otoriter şeye terk edelim.' Ama görünen ne oldu? O otoriter yapılar daha büyük kitlesel patlamaları beraberinde getiriyor. Sahipsiz kitleler yine Maliki, Tarık Haşimi'yi ülkeden çıkardığında, Nuceyfi'nin evini tanklarla çevirdiğinde, Rafi el-İsavi'yi Bağdat'tan dışarı çıkardığında, hala Erbil'de yaşıyor... Hep anlattık ki bunlar meşru, barışçıl, Sünni siyasi liderler. Bunları dışlarsanız, yerini alacak olanlar yeni siyasi lider olmaz. Radikalleşen eğilimler olur dedik. Ama bunlar dinlemedi. İtham edildik, halbuki nasıl bir Sünnicilik yaptı ki 2013 yılında en büyük problemi bir başka ülkedeki Sünni otoriter rejimle yani Sisi yönetimiyle yaşadık. Yani sadece Maliki'ye tepki göstersek Sisi'ye göstermesek hadi bu haklı olabilir. Maliki'den daha büyük krizi biliyorsunuz Sisi, Sünni bir yönetim olan onlarla yaşadık. Burada ilkesel olarak doğru yerde durmadı insanlar.'' -"Bir, iki hafta bile beklemeyi çok görmüştü Amerikan yönetimi" Davutoğlu, ''Tarih öyle böyle akıyor, sonuçta sizin geldiğiniz yere geliniyor ama binlerce on binlerce insanın canına, belki yüz binlerce insanın canına malına ve bütün bir bölgenin istikrarsızlığına yol açıldıktan sonra geliniyor'' dedi. Bugün ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile görüşmesinde bu konuda herhangi bir itiraf ya da özür beyanı olup olmadığına ilişkin bir soru üzerine, Davutoğlu, bu tür diplomatik görüşmelerde muhatabın "bakın haklı çıktım, siz haksız çıktınız" veya "geciktiniz" demesinin doğru olamayacağını söyledi. Burada sıkıntının tutumların senkronize olamaması olduğuna dikkati çeken Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Beşşar Esed ile görüşürken 9 ay Amerikan yönetimi, 'bu görüşmeleri kesin, adam cesaretlendiriyor bu görüşmeleri' diye ısrar etti. Ben Şam'a gidip de Beşşar Esed'i ikna etmeye çalıştığımda, yalvar yakar durdurun şu zulmü dediğimde o zaman bir, iki hafta bile beklemeyi çok görmüştü Amerikan yönetimi. Sonra biz artık ümidi kesip, burada istikrar ancak ve ancak bu rejimin dönüşmesi ya da değişmesi ile sağlanabilir çünkü binlerce insan sınırlarımıza geldi. Bunu söylediğimizde müttefiklerimiz bu sefer, daha alttan almaya başladılar. Kimyasal silah konusu da aynı şekilde. 'Birlikte hareket edelim' dendiğinde bir müddet sonra tekrar bir yavaşlama oldu. Bunu şunun için zikrediyorum: Türkiye, doğru zamanda doğru kararlar aldı. Beşşar Esed ile o zaman konuşulması gerekiyordu çünkü yüzde 1 bile ümit olsa o ümidi tüketmeden olamazdı bir de eski bir ilişkimiz var. 'Belki değiştirip, ikna ederiz' diye düşündük sonra zulmettiğinde de sert bir tutum takınmak gerekiyordu. Çünkü zulüm, baskı karşısında esnek tutum takındığınızda karşı taraf bunu zaaf olarak algılıyor. Karşı taraf derken sadece Beşşar Esed rejimi değil onu destekleyen unsurları da söylüyorum. O zaman tutarlı bir politika eksikliği yaşandı o siyasi toplumda." -"Onları bugün Sayın Kerry ile de konuştuk"- Davutoğlu, terör tehdidiyle sadece Irak'ta mücadele edilir, Suriye'de de ihmal edilirse daha büyük bir krize yol açılacağına işaret etti. İstense de istenmese de Irak, Suriye ve Lübnan'ın ortak bir gerilim hattına, fay hattına dönüştüğünü belirten Başbakan Davutoğlu, "Birini onarayım diye sınırlı bir şey yaparsanız, öbür tarafta daha büyük bir depreme sebebiyet verirsiniz. Bunun bir bütün olarak ele alınması ılımlı, mezhepçi, etnik milliyetçi olmayan yani Arap, Kürt, Türkmen milliyetçisi olmayan unsurların bir araya getirilmesi lazım. Bu unsurlar bir araya gelecek ve yeni bir siyasi inisiyatif gelişecek. Bir siyasi inisiyatif de askeri olarak desteklenecek, olması gereken bu" değerlendirmesini yaptı. Davutoğlu, Irak'ta bir hükümet kurulduğunu ve kendilerinin de tebrik ettiğini anımsatarak "Destek vereceğimizi ifade ettik, göreceğiz. O hükümet eğer kucaklayıcı, içselleştirici bir tutum takınırsa ve Anbar, Musul, Selahattin Diyala Hattındaki Sünni nüfusu sistemin içine tekrar çekmeyi başarırsa Irak'ın birliği, bütünlüğü korunur. Kürt yönetimine dönük olarak uyguladığı ambargoyu kaldırıp, maaşları ödemeye başlarsa tekrar merkezi hükümet... Ama bir hükümet düşünün ki kendi toprağı olduğu iddia ettiği bir bölge yani Kürt bölgesine maaş ödemiyor, 8-9 aydır maaş ödemiyor. Bu devleti nasıl bir arada tutmak mümkün? Onları bugün Sayın Kerry ile de konuştuk" ifadesini kullandı. -"Sünnileri kazanmadan bu mücadele başarıya ulaşamaz"- Herhangi bir radikalleşme eğilimine karşı kabul göstermeyi, tepki almayı geliştirmeyi doğru gördüklerine değinen Davutoğlu, ama bunu siyasi bir tutarlı yaklaşımın da bütüncül bir parçası kılmak gerektiğini dile getirdi. Başbakan Davutoğlu, IŞİD konusundaki tutumlarını ülkesel olarak söylediği çerçevede karşıladığını fakat bilinen gerekçelerle de dikkatli olunması gereken bir durumun da bulunduğunu vurguladı. Her ne olursa olsun IŞİD veya başka isimlerle radikalleşme eylemini önlemenin yolunun güvenlik tedbirlerinin yanında, içselleştirilmiş bir siyasetin Suriye, Irak ve Lübnan'da egemen kılmak olduğunun altını çizen Davutoğlu, şunları belirtti: "Eğer bu mezhepçi tutum Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da devam ederse siz IŞİD'i tasfiye etseniz İKİD çıkar, başka bir şey çıkar, EŞİD çıkar. Bunun nihai çözümü, siyasal olarak da o bakımdan Sayın Obama'nın söylediği şey doğru, 'Sünnileri kazanmadan bu mücadele başarıya ulaşamaz.' Çünkü eğer Irak ordusu ya da Suriye ordusu, IŞİD'e karşı savaşırsa bu savaş, Irak ve Suriye ordusunun hemen hemen tamamıyla Sünni ve Nusrai bir ordu haline dönüşmüş olması dolayısıyla mezhep çatışması gibi görünür. Kimse Musul'da artık Irak ordusuna, Irak ordusunun yapısı değişmedikçe kendi ordusu gibi bakmıyor. Sıkıntı burada zaten. Ulusal ordu ortadan kalkmış. O zaman yapılması gereken, daha kapsamlı bir strateji ile bütüncül bir şekilde ve bütün bu alanda etkili bir politika yürütmek." Başbakan Ahmet Davutoğlu, "İsteniyor ki biz açıklamada bir takım şeyler söyleyelim ve karşılığında rehinelerimiz zarar görsün. Bundan memnun mu olunacak?" dedi. Davutoğlu, Kanal 24'te katıldığı canlı yayında gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. "Amerika'nın şu anda ortaya koyduğu perspektif, sorunun çözümü için sizce yeterli görünmüyor mu?" sorusunu yanıtlayan Davutoğlu, şunları söyledi: "Bir şekilde güvenlik tedbirleri gerekli ama düzen kurmak için yeterli değil. Düzen kurmaktan kastım, siyasal istikrarı temin etmek için. Hele hele bazı yerlerde, şu gibi bir kanaat var ki bu başka bir felaketin önünü açmak. NATO Zirvesi'nde bunun dile getirildiğini duyduk, bunu muhataplarla da paylaştık; 'IŞİD'i yok etmek için Esad ile işbirliği yapalım.' Bu ne demek biliyor musunuz? Bütün o şu anda muhalefeti, IŞİD'e kaymamış ılımlı muhalefeti bile IŞİD'e itmek demek. Esad ile işbirliği yapıldığını bildiği anda Özgür Suriye Ordusu bünyesindeki ve IŞİD'den de hoşlanmayan, hatta nefret eden kesimleri dahi oraya doğru itmek anlamına gelir. Ortadoğu halkları, artık iki kötüden birini tercih etmek gibi bir kaderle karşı karşıya bırakılmamalı. Niye iyi bir alternatif olarak ortaya koyamıyoruz?" Davutoğlu, "IŞİD'in Irak'ta zemin bulmasının sebepleri konusunda Amerika ile sizin politikalarınız ortak noktada buluşmuş görünüyor. Muhataplarınız, Sayın Kerry, her ne kadar 'evet haklı çıktınız' gibi bir itirafta bulunmasa bile görünen tablo o. Geriye dönüp baktığınızda sizin politikalarınızın eksik, yanlış kaldığı yerler görüyor musunuz?" sorusu üzerine, başkalarının haklı çıktığı bir husus olmadığını ama geliştirdikleri politikaları her zaman değerlendirdiklerini ve gerekirse öz eleştiri yaptıklarını ifade etti. 3-3,5 senede Suriye'de Irak'ta olan gelişmelere bakıldığında uygulanan yöntemler olarak da hiçbir yanlışlık görmediğini belirten Davutoğlu, ancak kimyasal silahlar gibi bazı konularda uluslararası sistemin bazı sözlerine fazla güvendiklerini dile getirdi. Davutoğlu, "Nihai kertede kendi tutumumuzda bir eksiklik ve yanlışlık görmüyorum ama başkalarının tutumları ile ilgili hususlarda derin hayal kırıklığı yaşadığımızı da söylemek zorundayım" dedi. Davutoğlu, "Müttefiklerimizin yanlışları mıdır, bugün bizim de karşı karşıya bulunduğumuz olumsuz tablonun sorumluları?" sorusuna, "Sadece müttefiklerimiz değil, BM Güvenlik Konseyi'ndeki 5 daimi üyenin bu kadar temel ilkelerde bu kadar anlaşamamış olmaları, bizim elimizde olan bir şey değildi" cevabını verdi. Birçok kere meslektaşlarına "Tutuğumuz taraflar farklı olabilir, savunduğumuz ilkeler farklı olabilir ama herkesin birleşmesi gereken en azından iki ilke var. Bir tanesi mültecilere insani yardımlar konusunda hepimiz buluşabiliriz ve diyebiliriz ki; mültecilere insani erişim engellenmemeli diye bir karar çıkartalım BM Güvenlik Konseyi'nden" dediğini aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti: "Kimse buna itiraz edemez çünkü bu ortak, evrensel bir değer. Bu erişimi engelleyen kimse, ister sizin desteklediğiniz rej, ister bizim desteklediğimiz muhalefet olsun, kimse onu birlikte cezalandıralım. Yıllarca bunu söyledik. Mesela bu mutabakat sağlanamadı. Yine savaş suçları konusunda bir ihtilaf var mı, savaş suçları diye bir hukuk var. Bu hukuk müktesebatında kimyasal silah da kullanmak da dahil olmak üzere, yine taraflara söyledik. Savaş suçları konusunda, yani varil bombaları, yani gaz bombaları, kitle imha silahları, kimyasal silahlar, açlıkla öldürmek... Bunu kim yapıyorsa muhalefet yapıyorsa muhalefeti cezalandıralım, rejim yapıyorsa rejimi cezalandıralım ama bu iki temel insani konuda bile anlaşamadık. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bu kadar gelişmiş bir hukuk müktesebatı varken, BM'nin uluslararası istikrarı sağlamakla görevlendirdiği Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinin bu kadar duyarsız, bu kadar birbiri ile anlaşamaz noktaya gelebileceği ihtimali, 5 sene önce sadece benim değil kimsenin inanacağı bir ihtimal olmazdı." -"Bu bölge, bütün bu kısır ve tarihle mütenasip olmayan bütün akımlardan arınacak" Davutoğlu, "Diyorlar ki; Osmanlı, 1. Dünya Savaşı'nı müttefiklerini kaybettiği için kaybetti. Şimdi de bizim dış politikamız, iyi sonuçlar vermediyse bunun sebebi, sorumlusu bizim müttefiklerimizin hatalarıdır. Bu mudur sizin de değerlendirmeniz?" sözleri üzerine, sürecin daha bitmediğini, "İyi sonuç vermedi" demek için erken olduğunu söyledi. Davutoğlu, şu değerlendirmeyi yaptı: "Bizim politikamızın doğruluğu bugün nasıl Irak'ta ortaya çıkmışsa nasıl Suriye'de... Daha çok çıkacak ve bu süreç devam ediyor. Biz, bu bölgede herkesin onurlu bir şekilde yaşadığı, kimsenin kimseye adı, etnisitesi, mezhebi üzerinden bir zulüm yapamadığı, özgürlük ve güvenlik dengesinin sağlandığı ve bütün halkların iç içe geçmiş şekilde yaşadığı bir bölge hayal ediyoruz. Hayal değil ama bu. Bu, stratejik hedefimiz, bunu gerçekleştirmek... Göreceksiniz, öyle veya böyle, bugün veya yarın, geçmişte birçok medeniyetlere beşiklik etmiş olan bu bölge, bütün bu kısır ve tarihle mütenasip olmayan bütün akımlardan arınacak kendi geleceğini kendisi inşa edecek ama bu, zor ve çileli olacak. Bunu hepimizin bilmesi lazım." "Suudi Arabistan'daki bildiriye Türkiye imza atmadı ve Amerika'nın ne istediği aşağı yukarı belli, Türkiye'den ya da koalisyona katılacak ülkelerden. Ne verme durumunda Türkiye? Kerry, istediklerini duyarak mı ayrılıyor Türkiye'den?" sorusunu yanıtlayan Davutoğlu, "Amerika'nın ne istediği ne kadar belliyse bizim niçin imza atmadığımız da o kadar açık ve bellidir. Bunun için Arif'e tarif gerekmez. Bunu da herhalde herkesin bildiğini ümit ediyorum. Bunun için çok detaylı analize girmek, niçin imza atmadığımızın gerekçesine de zarar verir" diye konuştu. -"Herkesin bir insan canı için, kutsal bir insan hayatı için susması gereken anlar vardır" İnsani yardımlar konusunda Türkiye'nin elinden geleni yaptığını ama Türkiye'nin gözönüne alması gereken başka faktörler olduğunu anlatan Davutoğlu, şu görüşleri dile getirdi: "Gerçekten benim yine tahmin etmekte zorlandığım ve karşılaştığım için derin hayal kırıklığı yaşadığım hususlardan birisi bu konu. Niye biliyor musunuz? Amerikalı rehineler 2 yıldır oradalar neredeyse ve bunlar gazeteci ama onların gazeteci arkadaşları, onların orada olduğunu ilan etmediler, yazmadılar. Amerikan kamuoyu, bunu paylaşmadı. Her gün Amerika'da kongrede yönetim muhalefetleri çıkıp da bunu gündeme getirmediler. Bunun için sert tartışmalar yaşanmadı. Yönetimi bu konuda açıklama yapmaya zorlamadılar, iki vefat olmasına rağmen hala zorlamıyorlar. Niye biliyor musunuz? Çünkü biliyorlar ki bu insani durum, hassasiyet gerektirir. Herkesin konuşması gereken anlar vardır, herkesin bir insan canı için, kutsal bir insan hayatı için susması gereken anlar vardır. 3 aydır bütün uyarılarımıza rağmen, bugün gelen TÜSİAD heyetine basın özgürlüğü ve bu konuları açtığında kendilerine de söyledim, basın özgürlüğü veya eleştiri bir haktır ama bunun da bir etik sınırları var. Başka bir insanın hayatı sözkonusu olduğunda dikkatli davranılmazsa bir insan hayatından daha aziz olan bir başka özgürlük olabilir mi?" Son 3 aydır kendilerinin her gün açıklama yapmaya zorlandıklarına dikkati çeken Davutoğlu, "Hala geçen gün Meclis'te eski bir diplomat sorumsuzca bunu gündeme getiriyor, sorumsuzca. İsteniyor ki biz açıklamada bir takım şeyler söyleyelim ve karşılığında rehinelerimiz zarar görsün. Bundan memnun mu olunacak? Beni bu sorumsuzluk ve muhalefetin duyarsızlığı gerçekten üzüyor, basında da bazı duyarsızlıklar. Nihayetinde herkes bunun sebebini biliyor. Ben Anadolu'ya gittiğimde ailelerle bazen bir araya geldiğimde onlar anlıyorlar onu; neyi, niçin yaptığımızı. Bunu gerçekten anlamakta zorluk çekiyoruz" değerlendirmesinde bulundu. -"Birinci öncelik o canlarımızın, ailelerine en kısa zamanda kavuşması" "Bir aşamada, o ne zamansa sizce ne zamandır, onu sormak isterim size. Ne zaman bu iş niye başımıza geldi, niye Türkiye bu durumda kaldı, niye insanlarımız bu durumda kaldı? Bunu sorgulayacağımız..." demesi üzerine Başbakan Davutoğlu, sorgulamanın her zaman mümkün olduğunu dile getirdi. Davutoğlu, olayın yaşandığı gün bunu kendi içlerinde sorguladıklarını belirterek, "Nerede, kimler herhangi bir yanlışlık veya yanlış değerlendirme yaptı mı?" diye Bakanlıkta bütün ekibini toplayarak, bunu sorguladıklarını anlattı. Belli önceliklerin olduğuna işaret eden Davutoğlu, "Birinci öncelik şu anda o kardeşlerimizin, o canlarımızın ailelerine en kısa zamanda kavuşması. Yapabileceğimiz ne ise bunu yapacağız. Daha önce öyle olaylar yaşadık ki Afganistan'da uzun bir kaçırılmadan sonra ailesine ve kaçırılan kod adı 'mühendis' diye bildiğimiz bir vatandaşımıza susması telkin edildi. Anadolu insanları, sustular, devlete güvenip sustular. 1,5 yıl sonra, ben her gün takip ediyordum her türlü araçla Afganistan'dan, giden elemanlarımıza 'ne zaman geliyor mühendis' diye... Geldi mühendis, evine de döndü. Gerçekten 'mühendis' değil, kod adı böyleydi. Şimdi beklediğimiz tek şey şu: Sorumluluk içinde davranılması. Tutup da 'IŞİD ile bu konuda şu müzakereler yürütülüyor' diye ortalığı asılsız haberlerle velveleye verdiğiniz zaman, bunları bu konuda hassasiyet göstermek için devlet adamı olmaya gerek yok, bu olayları çok yakından takip etmeye de gerek yok. İnsan olmak yeter, insan olmak ve empati yapmak, onlar yerine düşünmek, onların aileleri yerine düşünmek yeter ama maalesef devlet adamı olma iddiasındakiler dahi bu konuda insani bütün duyarlılıktan uzak davranıyorlar" diye konuştu. Davutoğlu, sabırla beklenilmesi gerektiğini vurgulayarak, her türlü tedbiri alacaklarını, ellerinden geleni yapacaklarını ifade etti. Bu zor durumun başka ülkelerin de başına geldiğine değinen Davutoğlu, "Önemli olan burada hepimiz tam bir milli birlik ve beraberlik içinde hem onlar için dua etmeliyiz hem de elimizden gelen her türlü gayretle zaten çalışmakta olan devlet birimlerimize destek olmayız, köstek değil" dedi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, bölgede ne yapılması gerektiği konusunda zihinlerinin her zaman net ve berrak olduğunu belirterek, "Hiçbir zaman herhangi bir ziyarette de bu netlik, bu berraklık ne arttı ne eksildi. Tabii istişarelerle gelişiyor ama zihnimiz hiçbir zaman flu olmadı. Bundan bir sene önce ne kadar netse, şimdi de bildiğimiz şu: Eğer ortak bir çaba gösterilmez ve bölge halkları kazanılmazsa, Irak'ta, Suriye'de, bugün almadığımız tedbirler, yarın daha büyük felaketlere yol açar" dedi. Davutoğlu, Kanal 24'te katıldığı canlı yayında gündeme ilişkin soruları yanıtlarken, Obama'nın açıkladığı IŞİD stratejisini yeterli bulup bulmadığına ilişkin bir soru üzerine, bunun, stratejinin ne kadar kuşatıcı ve sadece güvenlik parametreleri değil, siyasal parametreleriyle desteklenip desteklenmediğine bağlı olduğunu vurguladı. Sahipsiz kitlelere sahip olabilecek ve onların sözcüsü olabilecek insanlara meşru yollar açılması gerektiğini ifade eden Davutoğlu, "Meşru yoldan kasıt, Suriye rejimi eğer devlet olarak devam edecekse yüzde 12'lik bir kesimin elinde olarak; bu yüzde 12 Sünni de olabilirdi, diğerleri Şii olurdu hiç önemli değil, o zaman da Sünniler idare edemezdi Suriye'yi. Siz, hala 'Bu yüzde 12'lik yapı bütün istihbaratı, bütün orduyu, bütün devleti kontrol edecek, diğerleri de parya gibi yaşayacak' derseniz, bu sürmez artık" diye konuştu. Davutoğlu, 1980'li yılların Baasçı, tek partici, baskıcı yöntemlerle yaşayan rejimlerinin bittiğini belirterek, "Ne Hafız Esad, Nusayri olarak bunu sürdürebildi ne de Saddam Sünni olarak sürdürebildi. Burada Sünni olmak, Şii olmak, Nusayri olmak önemli değil, önemli olan siyaset yöntemi. Halka barışık olmayan rejimlerin başına gelecek olan budur. Bu strateji, bu boyutu da kapsarsa olur. Ama 3 sene önce Amerikalıların Irak'tan çekildiği gibi 'Çekilelim, şimdi de IŞİD'i ve radikal grupları tasfiye edelim, sonra ne olursa kendi haline bırakalım' denilirse, işte o zaman başka yapılar çıkar. O gider başkası gelir ve biz hala bununla boğuşur oluruz" görüşlerini dile getirdi. "Türkiye yeniden kilit bir aktör konumuna mı geldi?" sorusuna, "Kesinlikle" yanıtını veren Davutoğlu, şöyle devam etti: "Türkiye'nin katkısı her aşamada istendi. Eğer şu gün Bağdat'ta Abadi Hükümeti kurulabilmişse, Bağdat'ta herkes, ilgili taraflar da bilir ki bunda en büyük katkı sağlayan ülkelerden biri Türkiye'dir. Çünkü meclis seçimlerinden başlamak üzere ilişkide olduğumuz herkes, şimdi artık geçmiş olduğu için söylüyorum; meclis seçimi sürerken ramazandı, ben iftarda bir sünni liderini, sahurda bir başkasını ağırlıyordum. 3-4 gün mümkün olduğu kadar 'Aman birlikte bir adayda anlaşın ki başbakanlıkta da bir değişim olsun' diye. Yani bunların hepsi birbirine bağlıydı, bu 3-4 ay içinde. Meclis başkanı seçimi yapılamasaydı Sünniler arasında, Kürtler cumhurbaşkanı seçimi yapamayacaktı. O olmasaydı başbakanlık seçimi olmayacaktı. Herkes de bilir ki bütün bu aşamalarda Türkiye'nin pozitif katkısı oldu ve bugün de katkı vermeye hazırız." Başbakan Davutoğlu, "ABD, eğer Esad rejimini de sürecin sonunda gönderecek bir perspektif koyarsa, bu sizi motive eder mi?" sorusu üzerine, "Tabii, zaten bizim arzu ettiğimiz de bu. Bizi birinin motive etmesine ihtiyaç yok. Bizim kendi stratejimiz, kendi perspektifimiz var ve yeterince de motivasyona sahibiz. Mesele, diğerlerinin motive olmaları. Ama ne yönde motive olacaklar? Mısır'da olduğu gibi Suriye'de de 'Otoriter bir rejim gelse de olur' derlerse, o zaman yine yol ayrımı olur ya da Irak'ta olduğu gibi 'Bir kesim tam egemen olsun' denirse, yine yol ayrımı olur. Müttefikler anlamında demiyorum, değişik görüşler arasında. Ama eğer 'Suriye'deki her kardeşimiz, etnik mezhebi ve etnik kimliği ne olursa olsun, eşit vatandaşlar olarak siyasal sisteme katılacaklar ve Suriye'de demokratik bir istikrar sağlanacak' denilirse, biz elimizdeki bütün kaynaklarla bunun için seferber oluruz ve Suriye'nin tek kurtuluş yolunun da bu olduğunu söyler ve destek veririz" diye konuştu. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin "IŞİD planına Türkiye'nin katkısı ne olacağı daha sonra netleşecek" açıklamasına ilişkin bir soru üzerine Davutoğlu, şunları söyledi: "Bizim bölgede ne yapılması gerektiği hususunda zihnimiz her zaman net ve berrak oldu. Hiçbir zaman herhangi bir ziyarette de bu netlik, bu berraklık ne arttı ne eksildi. Tabii istişarelerle gelişiyor ama zihnimiz hiçbir zaman flu olmadı. Bundan bir sene önce ne kadar netse, şimdi de bildiğimiz şu: Eğer ortak bir çaba gösterilmez ve bölge halkları kazanılmazsa, Irak'ta, Suriye'de, bugün almadığımız tedbirler yarın daha büyük felaketlere yol açar. Geçmişte almadığımız tedbirlerin bugünkü felaketlere yol açması gibi. Onun için hepimizin, bütün aktörlerin tam bir duyarlılık içinde, ihtilafları da bir kenara koyarak, ortak tehditleri ve bölge istikrarını yok eden unsurlara karşı geliştirilecek politikaları birlikte geliştirmemiz lazım." - "Uygulamada yeterli etkinlik gösterilemezse, başarı sağlamak mümkün değil" Başbakan Ahmet Davutoğlu, hükümetin 6 Eylül'de güvenoyu aldığını, güvenoyu alır almaz Konya'ya gittiğini, orada açılış yaptığını ancak bu güzel seyrin arkasından eve döndüğünde komşuların tebriklerini kabul ederken, Şişli'deki asansör kazası haberini aldığını anlattı. Bu makamlarda bulunmanın ağır sorumluluk olduğunu ve 77 milyonun her an başına gelen bir şeyi hissetmekle ilgili olduğunu dile getiren Davutoğlu, "Ertesi gün doğduğum yere, Taşkent'e gidecektim. Tabii yol boyu bütün ilçelerde çok ciddi coşkulu toplantılar planlanmıştı. Bütün o toplantıların coşku kısmını, müzikli veya diğer şeyleri iptal ederek ama söz verdiğim için de orada hemşehrilerimizle buluştuk. O 24 saat içinde emin olun, her an acaba bu konuda nerede, ne eksiklik var bunu düşünmekle geçti. Geceleyin Çalışma Bakanımızı aramıştım, hemen oraya intikal etmesi için, İçişleri Bakanımızı güvenlik tedbirleri alması için. Çalışma Bakanımız gece boyu orada kaldı ve bilgilendirdi. Anlattığı şeyler bizi çok üzdü ve gerçekten tüyler ürpertici denilebilecek nitelikteydi" ifadelerini kullandı. Davutoğlu, pazartesi günü Bakanlar Kurulunun ağırlıklı gündemini bu konunun oluşturduğuna değinerek, öncelikle konuyla ilgili bakanları dinlemek istediğini belirtti. Ahmet Davutoğlu, bu tür durumlarda resmi tam görmeden, tabloyu tam hissetmeden ve zihninde canlandırmadan herhangi bir analiz yapmanın, tedbir veya eylem planı açıklamanın doğru olmadığını söyledi. Bütün bakanlara bu konuda bir eylem planı geliştirilmesi talimatı verdiğini ve bunu değerlendirdiklerini bildiren Davutoğlu, daha sonra Bakanlar Kurulunda alınan bir kararla bütün bakanlıkları tek tek ziyaret etmeyi planladığını ve o gün ilk ziyareti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına yapacağını, ardından da bütün sendikalarla, işveren kuruluşlarıyla buluşacağını söylediğini dile getirdi. Davutoğlu, bu zaman zarfında da Haziran 2012'de çıkarılan yasayı incelediğini, birçok kişiyle temas kurduğunu ve mümkün olduğu kadar bu konuyla ilgili nerelerde aksama olduğunu tespit etmeye çalıştıklarını aktardı. Bugün öğleden önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileriyle görüşmesinde, geçen bir hafta içinde derlediği bilgiler ışığında bazı sorular sorduğunu, öğleden sonra da paydaşlarla bir araya geldiklerini anlatan Davutoğlu, öğleden sonra yapılan toplantıda, konunun gerek işveren gerekse işçi sendikalarının olduğu bir ortamda açık yürekli konuşulmasından memnun olduğunu ifade etti. Başbakan Davutoğlu, iş güvenliği konusunda üzerinde çalışılması gereken 4 alan gördüğünü vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Yasal alanda ne yaparsanız yapın, diğer alanlardaki uygulamada yeterli etkinlik gösterilemezse, başarı sağlamak mümkün değil, benim gözlediğim. Birinci alan süreç yönetimi. Bizde maalesef şöyle bir kanaat var, sadece bu konuda değil, diğer konularda da, 'Kanunu çıkaralım, saldım çayıra mevlam kayıra' şeyiyle, kanun kütüphanelerde, köşelerde dursun, bir problem çıktığında başvurulmak üzere dursun. Bir problem çıktığında başvurulmak üzere dursun ama bir problemi engellemek için değil de... Bunu sadece kamu için söylemiyorum. İşveren sendikalarına, işçi teşkilatlarına da açık söyledim bunu: Bu kanun sizler için çıktı. Ama benim, bu 10 işçimizin vefat ettiği kazada derinlemesine baktığımda olaya gördüğüm şey ve emin olun bütün görüşleri de alarak, olayın oluş şekliyle ilgili bir resim zihnimde canlandıktan sonra bu sonuca vardım. Kanun bir yerde duruyor, uygulama ise kanun hiç çıkmamış gibi bambaşka bir alanda seyrediyor. O zaman ona bir el atmamız gerekiyor. Bakanlar Kurulunda arkadaşlara, bütün bakanlara talimat verdim, bu tecrübeden hareketle. Bundan sonra bir kanun çıktığında, bu kanunla ilgili ciddi bir eğitim ve oryantasyon yapılacak." Süreç yönetiminde, bakanlıklar, kurumlar, yerel yönetimler arası ve bütün teşkilatlarla koordinasyon olması gerektiğine işaret eden Davutoğlu, bu konuda mutabık kalındığını, iş güvenliği mekanizması gibi bir mekanizma kurulacağını ve burada bütün tarafların bir araya gelerek çalışacağını belirtti. Davutoğlu, kriz yönetiminde ve olay olduğunda da tarafların temas edip, tedbir alması gerektiğini anlattı. İkinci alanın "insan faktörü" olduğunu söyleyen Davutoğlu, "Bütün bu mekanizmalar olsa, yasalar da olsa, o asansöre binen kardeşlerimiz ve o asansörün komutasını alan kardeşimiz, eğer iyi yetiştirilmemişse, eğitilmemişse, düğmeye geç bastığında da kaza olur, erken bastığında da kaza olur. O zaman meselemiz şu: O insan faktörünü, ona nasıl hazır hale getiririz?" dedi. - "Hiçbir maliyet bir kaza olduğunda bir işverenin kaybedeceği itibarından daha pahalı değildir" Davutoğlu, bugün Mesleki Yeterlilik Kurumu Başkanından bilgi aldığına değinirken, mesleki yeterlilikle ilgili belgelendirme, sertifikalandırmanın bütün Türkiye'ye yayılamamış olduğunu fark ettiğini ifade etti. "Ne iş yaparım" anlayışının iş kazalarına yol açan insan faktörüyle ilgili olduğunu aktaran Davutoğlu, "Bundan sonra işçi tabiri olmayacak. İşçi ve emekçi tabiri her zaman saygı duyduğumuz şey ama inşaat işçisi denilecek, onun alt kademelerine inecek, betoncu, kalıpçı denecek, ne ise... Bugün aldığımız kararla, Bakanlar Kurulunda da konuşmuştuk, Mesleki Yeterlilik Kurumunun 2016 başında vermeye başlayacağı sertifikalandırma süreci, 2014'ün sonunda başlayacak. 1 Ocak 2015 itibariyle işçilerle ilgili sertifikalandırma ve yeterlilik belgeleri verilecek. 'En tehlikeli', 'tehlikeli', 'vasat' gibi değişik kategoriler var. Öncelikle en tehlikeli ve tehlikeli kategorilerdeki işçiler bu şeyden geçecekler" diye konuştu. Davutoğlu, üçüncü alanı "sosyal duyarlılık" şeklinde açıklayarak, "İş güvenliğiyle ilgili hiçbir maliyet, bir kaza olduğunda bir işverenin kaybedeceği itibarından daha pahalı değildir. Şimdi düşünün o firma, çok büyük projeler yapan, milyarlarca dolarlık proje yapan bir firma bir anda kendi işçisine özen göstermeyen firma durumuna düşüyor. Bunun getirdiği maliyet, orada iş güvenliği için alacağınız maliyetin yanında çok yüksek bir maliyet. Herkesin buna özen göstermesi lazım" değerlendirmesinde bulundu. İlkesel olarak bütün işverenlere seslendiğini vurgulayan Davutoğlu, "Acaba işverenlerimiz, 2012 Haziranında çıkardığımız İş Güvenliği Yasasını yeterince incelediler mi? Sorumluluklarını biliyorlar mı? Biliyorlarsa, bunun gereğini yapmaları lazım" ifadelerini kullandı. Davutoğlu, cezaların artacağına ancak bunun yanı sıra ödül mekanizması da getirileceğine dikkati çekerek, işine özen gösterenin ödülünü alacağını, işine özen göstermeyenin de en şiddetli şekilde cezalandırılacağını bildirdi. İşçi sendikaları temsilcilerine, üyelerini iş yasasının getirdiği haklar konusunda eğitime tabi tutup tutmadıklarını sorduğunu dile getiren Davutoğlu, yasaya göre işçinin "Burada güvenliğimi teminat altında görmüyorum ve çalışmıyorum" diyebileceğini, yasanın evrensel standartlarda olduğunu kaydetti. Davutoğlu, işçi sendikalarına, işçileri eğitme çağrısında bulundu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, bugün de ailelerle görüştüğünü ifade ederek, "O kadar üzüntü verici hikayeler var ki. Bir tanesi Giresun'daydı, ağlayan bir baba. Bir tanesi Bursa'da bir anne. Geri bıraktıklarınız o kadar kıymetli ki. Siz de kıymetlisiniz işçi kardeşlerim, o haklarınızı bileceksiniz" dedi. Denetimin ciddiye alınması ve kağıt üzerinde olmaması gerektiğine vurgu yapan Davutoğlu, "Bir denetçinin, bir müfettişin, gittiği yerde çay bile içmesi doğru değil. Çay bile içmeyecek. Denetimini yapacak. Eğer çay kabul ederse, arada doğan samimiyet, hukuk, bazı eksikleri görmeye engel olabilir. Yemek yemeyecek. Bugün bana verilen bazı bilgiler, işverenin arabasıyla gittiği gibi. Olmayacak, kendi arabalarıyla gidecekler. Bu arabalar sağlanacak ki arada doğan samimiyet, oradaki bir eksikliği görmeye engel olmasın. Gidecek ve görevini yapacak" şeklinde konuştu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, çözüm sürecine ilişkin, "Sürecin yarısı geçildi. Çözüm süreciyle ilgili haziranda geçirdiğimiz yasa, yarıyı geçtiğimizin işareti. Artık hiçbir kurum, yetkili, 'sayın Fidan'ın başına gelen şey benim başıma da gelir mi?' diye düşünmeden, 7 Şubat'ı hatırlayın, bu karşıya kadar yüzme iradesini gösterir. Korunmuş, hukuki alt yapısı var. Bu askeri yetklilerimiz için de böyledir, istihbari yetkililerimiz için de... Artık mazeret yok ama karşı tarafın da aynı iradeyi göstermesi lazım" dedi. Davutoğlu, Kanal 24'te katıldığı canlı yayında, Mecidiyeköy'deki asansör kazasında ölenlerden birisinin babasıyla yaptığı telefon görüşmesinde babanın kendisine tepki gösterdiği şeklinde haberler yer aldığının hatırlatılması üzerine, şunları söyledi: "Biz o gece bir taraftan işçilerimize yanarken, bir taraftan da 'acaba provakatörler ne yapar?' diye kaygılanıyorduk. Buradan da zikrettiğiniz olayı bütün basın bildiği için, normal şartarda belki zikretmezdim ama basına da bütün sivil toplum kuruluşlarına bu anlamda çağrı, tepki gösterelim ama tepkimiz işin esasına olsun. Yoksa birilerine zarar vermek niyetiyle olmasın. Bizi eleştirebilirsiniz, başka partilere oy verebilirsiniz. Bunlara saygı duyarım ama bizi eleştirmeyi, hükümet üzerinden bir provakasyona yöneltirseniz, o vefat eden işçilere de bundan sonraki işçilere de en büyük zararı vermiş olursunuz. Nitekim bir babayı aradım. İsmini zikretmek istemiyorum. Aramamızdan dolayı memnuniyeti ifade eden çok güzel sözler sarfedildi her telefon görüşmesinde. Bu acılı baba, evladını kaybetmiş, teşekkür etti. 'Bunları takip etmeniz lazım' dedi. 'Hep beraber takip edeceğiz, merak etmeyin' dedim. Böyle dostane. Bu kadar. Teşekkür etti ve kapattık. Daha ben telefonu kapattım. Bir veya 2 saat sonra internete düşen bir haber, 'acılı babadan Başbakan'a tepki.' Önce konuşmak istememiş güya. Sonra demiş ki bana, 'Ben sizi mahkemeye vereceğim. Bunun sorumlusu hükümettir.' İşte vesaire, vesaire. Hiç böyle bir diyalog yok. Biliyorsunuz kriz dönemlerinde hemen açıklama yapmak gerekir, hemen açıklama yapıldı: 'Bu diyalog doğru değil' diye. Ertesi gün de ben teşekkür ediyorum o babaya. O acılı haline rağmen, 'Sayın Başbakanla aramızda böyle bir diyalog geçmemiştir' diye kendisi de açıklama yaptı. Şimdi bu diyalogu kim üretir?" "Biz telefona sarıldığımızda bu tepkileri de hesaba katarak sarılırız" diyen Davutoğlu, "Hatta Bakanlar Kurulu toplantısında arkadaşlarıma şunu söyledim, 'Bundan sonra herhangi bir yerde bir insani durum yaşandığında, hangi bakan gidecek? diye bana sormayın. Hemen, kimin alanıysa gidecek, madense enerji bakanımız, başkasıysa o.' Eğer bir vatandaşın gözünden tek bir damla yaş düşmüşse, onu ilk biz göreceğiz, provakatörler görmeden veya onun ailesi dahi görmeden. Önce bakanlarımız ya da yetkililerimiz görecek. Çünkü o dert bizim derdimiz. Şimdi burada olmayan bir diyalog üzerinden insanlar tahrik ediliyor. Böyle bir tahrik esnasında, bir gösteri olsa... 'Başbakanı mahkemeye verecekmiş, Başbakan sorumlu' diye insanlar sokağa döküldü. Bir kişiyi daha kaybettik ya da yaralanma oldu. Bunun vebali kimin? Bunun o aileye, iş güvenliğine faydası ne? Bu da ayrı bir alan" diye konuştu. Başbakan Davutoğlu, "Haber gerçek olmuş olsaydı. Bir daha böyle bir olayda aileleri aramaktan imtina eder misiniz?" sorusu üzerine, bir an dahi tereddüt etmeden yine hemen arayacağını söyledi. Görevde bulunduğu sürede kendisine en zor gelen şeyin, şehitlerin cenazesine katılmak olduğunu dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti: "Desinler ki 'Dünyayı bir buçuk kere dolaş, hiç uyuma.' Hiç yüksünmem ama acılı bir babaya, anaya sarılıp, onun acısını yüreğinizde hissettiğinizde bütün ellerinizin, yüreğinizin boşaldığını hissediyorsunuz ama orada bulunmanız lazım. O acılı anne size sarılacak. Sitem de edecek. Baba gerektiğinde dönüp birşeyler de söyleyecek. Söylediği zaman bir kez daha sarılacaksınız ki devletin merhametini hissetsin. Aksi takdirde biz bu sorumlulukları niye üstleniyoruz? Bugün olsa, tepki de göstermiş olsaydı ben yine arardım, hatta evine giderdim. Bu bizim görevimiz. Bu tepkiler o esnada insani bir tepki. Bir olayda bir şehit babası önce sarıldı, sonra döndü bir tepki gösterdi. Bir daha sarıldım ben ağlayarak. Ardından bir daha sarıldık. Bu normaldir." - "6 günlük bebeğimi kaybettim" Başbakan Davutoğlu, Malezya'da bulunurken 6 günlük çocuğunu kaybettiğini açıklayarak, "Doğum sonrası olan bir rahatsızlık nedeniyle. Hala onun sızısı içimdedir. Ben bunu yaşayan biri olarak, 6 günlük bir bebek için hissettiğim şey. Malezya'da meftundur. Hala beni oraya bağlayan bir hatıra olarak görürüz eşim de ben de. Onun sızısı hala bendedir. Hatta bazen ben hislendiğimde eşime diyorum ki, 'Allah sana kolaylık versin. Benim için 6 gündü ama sizin için 9 ay 16 gündü.' Halbuki bugün konuştuğumuz bir annenin 21 yaşında oğlu. Normaldir. Sitem etse de hakkıdır ama etmediği bir sitemi provakasyona alet ederseniz, o bu toplumsal düşünce de değil. Nihayet yasal alan yani bu 4. alan olarak, süreç yönetimi, insan faktörü, eğitim, sosyal faktör, bilinçlendirme ve bütün bu ilgili paydaşların yaptığı çalışma yasal zeminde yapılacak olanlar" ifadelerini kullandı. Başbakanlık Teftiş Kuruluna talimat verdiğini anlatan Davutoğlu, "Talimatım şu: 'Sadece bu olay değil. Onu da içine alın, 2012'de çıkan yasadan sonra olan bütün kazaları alın, hepsini etüt edin. Bu yasada eksik bir şey varsa onu söyleyin. Yasanın uygulanmasında eksiklik varsa tespit edin. Bunu genelge ya da yönetmelikle düzenleyelim. Uygulamanın kendisinde, alanda bir eksiklik varsa onu tespit edin.' Şimdi bu teftiş raporunu bekliyorum" dedi. Davutoğlu, iş yerlerinde barınılan yerlerin son derece kötü olduğunu kaydederek, buradaki problemin de ana işveren ile taşeronlar arasındaki sorumluluk, yetki gibi konulardaki dağınıklıktan kaynaklandığını söyledi. Taşeronun dünyanın her yerinde olduğuna dikkati çeken Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Çünkü büyük bir firma işi alıyor. Elektrik işini, başka işi başka birine veriyor. İstisaslanma bakımından da küçük şirketlerin önün açan birşey. Olumsuz değil ama o ana firmanın, bütün taşeronların bu işi nasıl yaptığını ve iş güvenliğini nasıl yaptıklarını takip etmek onun sorumluluğunda. 'Bunu taşeron yaptı' diye terk edilemez. Taşeronların her birisi de tek tek sorumlu. Yani, eskiden böyle vardı. Bir inşaat yapacaksınız. Bir kalfa çağırırsınız. O kalfa her şeye bakar, eder. Öyle değil artık. Bunun hele hele böyle büyük milyarlarca dolarlık bir projede bunların hepsini tasarlanmış olması lazım." Başbakan Ahmet Davutloğlu, olaydan sonra bir gazetecinin kendisine, "İLO sözleşmesine niye uyulmuyor?" diye sorduğunu ifade ederek, "Onun üzerine tekrar tetkik ettim. İLO sözleşmesinin öngördüğü bütün hususlar, aslında 2012 yasası ile gerçekleşmiş. Öyle de bir kanaat var ki bizde, hafif bir kompleks, dünyada herşey çok iyi bir biz de problemli. Öyle değil. Tabii dünya standartlarına gelinmesi için yapmamız gereken çok şey var ama İLO'nun birçok unsuru yasa ile gerçekleşti. Son kalan 166. ve 167. maddelerle ilgili de tekrar Meclis'te hazırlık yapılmıştı. Sunulmaya hazırdı ve ekimi bekliyorduk. Şimdi onu da sunduk. Böylece İLO şartlarının hepsi yerine geliyor ama şartları yerine getirmek değil. Kağıt üzerinde şartlar yerine gelir. İnsanımız eğitilmemişse, önemini kavrayamamışsa yine bu problem var" değerlendirmesinde bulundu. - Okullara sosyal iş güvenliği dersi "Entegre bir statüye ihtiyaç var" diyen Davutoğlu, şöyle devam etti: "Herkes elini taşın altına koymalı. Biri diğerini suçlayarak değil, hepimiz, bir daha bu olayların yaşanmaması için kamu görevi olarak bizler, müfettişler, denetçiler gereğini yapacak. Kurallar koyarken, denetlerken gereğini yapacağız ama bunun yanında işveren üzerine düşen sorumluluğu yapacak. İşçi sendikaları, işçileri bilinçlendirecek. Sendikalaşma oranımız hala yüzde 9 ise tabi sıkıntı var. Bunların önünü açmamız lazım. Sendikaların da gerçekten sendikacılık yapması lazım. Gerçek anlamda işçi ile ilgilenmesi lazım. Tabi her STK'nın yasal görüşü olur ama sendikanın birinci şeyi işçiyi, işçinin haklarını korumak. O alanda eğitim yapılmalı. Bütün okullara, özellikle meslek liselerine yani ilgili okullara, teknisyen erbabı yetiştiren yerlere sosyal iş güvenliği dersi koymayı planlıyoruz ki bu bilinç yaygınlaşsın. Daha eğitim esnasında yetişenler bu bilinçle yetişsinler." Davutoğlu, ölümlü kazalarda Türkiye'nin kötü istatistiğinin olduğunun anımsatılması ve "Teröre sıfır tolerans gibi böyle bir yaklaşım içinde misiniz?" sorusuna, "Kesinlikle. Bir iş güvenliği seferberliği başlatmalıyız. Önümüzdeki 15 gün veya en geç bir ay içinde, bugün oraya katılan sendikalar dışında, bütün çalışma hayatıyla ilgili bütün kurumların, tarafların katılacağı, belki birkaç yüz kişiyle son bir istişare yapıp, bir iş güvenliği seferberliği ilan etmek gerekiyor. Yani bir seferberlik halinde herkesin bu alanda, aynı işkenceye sıfır tolerans gibi, iş kazalarına sıfır tolerans noktasında... İş kazalarını yok etmek mümkün değil. İnsanoğlunun olduğu yerde herşey yaşanabilir ama işkence, sigarayla mücadele gibi alanlarda yaptığımız şekilde, kamu spotlarıyla bilinçlendirmeyle bunun üstesinden gelmemiz lazım" cevabını verdi. Başbakan Davutoğlu, "Son çıkan torba yasada, DEİK bakanlığa bağlandı. Ulusal güvenlikle ilgili 15 günde bir, çözümle ilgili başka bir toplantı olacak. Kamu yönetimine yeni kurullar, yeni anlayış mı geliyor yoksa, 'Davutoğlu tarzı' dediğimiz yeni bir yöntem mi bu?" sorusu üzerine, "Şimdi doğru tespit ettiniz. Biraz önce kritik bir kavram kullandım 'süreç yönetimi' diye. Yani bazı politika oluşumları, iç politikada da dış politakada da böyledir, gerçekten teamül oluşana kadar ve bir yerleşmiş davranış kalıpları oturuna kadar süreci iyi yönetmek gerekiyor. Yani noktasal yönetim değil. Noktasal yönetimde kriz çıkyor. Yönetiyorsunuz, bırakıyorsunuz. Lisede şöyle derlerdi, benim de pek beğendiğim bir kavram değil ama 'İşe Türk gibi başla, şunlar gibi bitir' derler. Öyle birşey yerleştirmeliyiz ki biz Türk gibi başlamalayız ve zamanla insanlar demeli ki 'Bunlar Türk gibi bitiriyorlar' işe heyecanla başlamak bizim doğamızda var ama bazen çabuk dikkat dağılıyor. Başka işlere yöneliyoruz" diye konuştu. - "Sürecin yarısı geçildi" "Çözüm sürecini ritmik, dakik bir şekilde takip etmemiz lazım bütün arkadaşlarla birlikte" diyen Davutoğlu, "Söylem birliği oluşması lazım. Sürecin yönetilmesi, operasyonel yönetim bağlamında herkesin birbirinden haberdar olması lazım. Dişler birbirine geçtiğinde birbirini çalıştırması lazım. O bakımdan şimdiye kadar tabi bunlar yapıldı ama çözüm sürecinde öyle bir noktaya gelindi ki artık bundan sonra nihai noktaya varabilmek için çok daha yakın takip gerekiyor. O bakımdan, çözüm sürecini benim başkanlığımda ilgili bakan, müsteşar arkadaşlarımının katılımıyla bir mekanizmaya oturttuk ve ilk neticelerini almaya başladık olumlu anlamda söylüyorum. İnşallah önümüzdeki dönemde çözüm süreci, 2013 martında Diyarbakır'da konuşmamda vurguladığım bir husustu, sonra basınla da paylaştım, çok hızlı akan bir nehirde karşıdan karşıya yürümeye benziyor. Nehir çok hızlı akıyor ve çünkü etrafımızda, Kürt sorunu etrafında Irak'ta, Suriye'de, değişik ülkelerde yaşananları ve dinamik şartları görüyorsunuz. Sürekli değişiyor. Siz de diyorsunuz ki 'Birlikte şu karşıya yürüyelim.' En kritik an yarıya geldiğinizi hissettiğiniz andır. Çünkü ondan sonra kulaçları sıklaştırıp, karşıya geçmeyi düşünürsünüz ama daha yarıya gelmediğinizi düşünürse geriye dönmek hep zihninizdedir. Tarık bin Ziyad'ın gemileri yakması gibi" değerlendirmesini yaptı. Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sürecin yarısı geçildi. Son yasa çözüm süreciyle ilgili haziranda geçirdiğimiz yasa, yarıyı geçtiğimizin işareti. Artık hiçbir kurum, yetkili, 'Sayın Fidan'ın başına gelen şey benim başıma da gelir mi?' diye düşünmeden, 7 Şubat'ı hatırlayın, bu karşıya kadar yüzme iradesini gösterir. Korunmuş, hukuki alt yapısı var. Bu askeri yetkililerimiz için de böyledir, istihbari yetkililerimiz için de. Artık mazeret yok ama karşı tarafın da aynı iradeyi göstermesi lazım. Açık söyleyeyim, bizim devlet olarak görevimiz, bütün vatandaşlara görevimiz, Hakkari'den Edirne'ye kadar, kamu düzenini sağlamaktır. Çözüm süreci, 'kamu düzeni bozulsa bile devlet buna tepki vermeyecek' anlayışı ile sürdürülürse, çözüm süreci olmaktan çıkar. Yani insanlar kaçırılmaya devam ederse. Dün Diyarbakır'da protesto eden ailelerle buluştum. Onlara da söyledim. Hissettiğimi anlatmak için öylesine gözyaşları döküyorlar ki. Masumlar masumu böyle 15 yaşlarında bir kız resmi ile bir anne duruyor. Evlatları dağa çıkarılanlar, kaçırılanlar. Öbür tarafta biri diyor ki, 'Benim oğlum hafıztı. Mümkün değil bunlara katılması. Buna bir takım uyuşturucu vesaire verdiler.' Herkesin bir hikayesi var. Bu bana Kandil'e kadar gitmiş, bunlar afaki olaylar değil, 'Evet senin çocuğun burada' demiş ama 'göstemeyeceğiz' diye cevap aldığı olaylar var." "Eğer çözüm süreci, ülkeye barış getirmek için yapılıyorsa, önce bu gençlerin kurtarmamız lazım" diyen Davutoğlu, "Şimdi burada HDP ve ilgili taraflara söylüyorum: 'Çözüm süreci devam edecek ama biz gençleri kaçırıp götürmeye devam edeceğiz. İnşaatları, oraya refah götürmeye yönelik yol, baraj inşaatını engellemeye devam edeceğiz' denirse, bunun adı çözüm süreci olmaz. O zaman devlet de kamu düzenini sağlamak için tedbir almak zorunda kalır. En büyük kötülüğü oradaki Kürt kardeşlerimize yapıyorsunuz. Bunları hepsi annelerin bir kısmı Türkçe bilmiyorlardı. Tercüme ile konuştuk. Yazık değil mi bu anneye? Hem çözüm olmuş, ortada şey var. Bu annenin gözyaşına sebebiyet vermek insani bir durum mu?" şeklinde konuştu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Bizde doğalgaz kaynakları, ekonomik kaynaklar olmadığına göre, geçmiş dönemden sömürgeci bir devlet olupta bugüne intikal etmiş bir kapital birikim olmadığına göre, elimizdeki en önemli sermaye insan. İnsan kaynağını çok iyi değerlendirmemiz lazım. Onun niteliğini değiştirmemiz lazım" dedi.