Balıkçı Kadri'nin Büyük Öfkesi

11.04.2009 Cumartesi 12:55

Barut gibi bir adamdı balıkçı Kadri. Bir tatlı sözü, bir tatlı bakışı bile öfke doluydu. Kimseye zerre kadar bir kötülüğü dokunmadığını balıkçı Kadri’den hazzetmeyenler bile teslim ederlerdi. Yine de ne zaman çarşıdan geçse, pazar yerine uğrasa, limana inse çevresindeki insanlarda tatsız bir gerilme olurdu. Elli yaşlarında boylu poslu, yakışıklı sayılacak bir adamdı. Saçı sakalı mermer aklığındaydı. O heybeti ile o küçücük balıkçı kayığına nasıl sığdığına hayret ederdim. Üstelik eski kayığın küpeştesi, livarı, arka güvertesi çeşitli boylarda parakete sepetleri ve bir ipe dizilmiş ahtapot testileriyle dolu olurdu. - ’Kadri ağabey’, derdim. ‘Sana daha büyük bir kayık uyduralım.’- ’Boş ver’ derdi.’Büyük başın büyük derdi olur.’Bu sözlerim bile onun öfkesini deşmeye yeterdi. Islak çini gibi maviş gözleri kıvılcımlanır:- ’Balığa çıkmamak için bahane arıyorsan bilelim’derdi.- ’Olur mu Kadri ağabey’ derdim. ‘Sensiz denizin tadı olur mu?’- ’Çöz de gidelim!’ derdi azarlar gibi.Sandalın deniz tuzluyla keçeleşmiş halatını çözer, atlardım kayığa. Dokuz beygirlik Pancar- Motor marş ipini çektikçe ‘ben çalışmam’ diye direnirdi hep. Pancar-Motor, Kadri ağabeyin öfkesini son teline kadar sınar, sonra pat pat ederek çalışır, gönlünü alırdı. Kadri ağabey makineye olan öfkesini bende soğutur gibi seslenirdi.- ’ Yekeyi tak! Yekeyi yahu, yekeyi!’ Çeşme-Alaçatı’nın daha sosyete tarafından tanınmadığı yıllardı. Alaçatı sahici bir hayatı sessiz sedasız sürdürüyordu. Refah yoksa da yoksulluk da yoktu. Balık her mevsim para etmiyordu. Ama balık vardı körfez dolusu. Zeytin ağaçları vardı. Taş sızması zeytinyağı şişelerde, selede zeytin, kırma zeytin. Sağmal sığırlar otlardı denize gidip gelirken. Kavun tarlaları vardı nereye bakılsa. Ve çok güzel ekmek yapan kara fırınları sabahı karşılardı. Kadri ağabey sahici Alaçatı’nın insanıydı. O küçük kayıkla beş çocuk yetiştirmişti. Çocukların her biri iyi kötü okumuş, bir sanata kulp olmuş, ekmeğe erişmişlerdi. Kızlar kız sanatları bitirmişti. Ne var ki o boylu poslu delikanlı oğlanlardan hiç biri babalarıyla denizde olmak istemezdi. Nedeni açıktı. Kadri ağabeyin dayanılmaz öfkesi.Kadri ağabey ile denizdeyken kerteriz alırdık çapa demirini atmak için. Kadri ağabeyin gözleri açık renk olduğundan güneşe karşı bakamaz, kerteriz almak bana düşerdi. O yine hont hont seslenirdi.- Uzun kuyuyu sırtını gördün mü?- Gördüm.- Bıçak sırtı gibi oldu mu?- Oldu.- Top ağacı ?- Gördüm- Top ağaç, Akyar’a oturdu mu?- Oturdu!_ Bu kıyı da oturdu. At demiri! At demiri yahu!Denizin otuz kulacından dip oltasıyla fangri mercan çekerken Kadri ağabey yine homurdanırdı:- ’Gel, be! Hadi gel, gel be! Ölüm yok ya ucunda.’ Fangri Mercan’ın karnı gümüş bir tepsi gibi ışıldayarak suyun yüzeyine yaklaşırdı.Kayıkta uzun bekleyişlerden sonra balık oltaya vurmaya başlayınca bu defa ben seslenirdim.- Kadri ağabey balık yemeğe başladı.’- ’Yesin. Kendisi kazanır.’Bir yaz ahtapot Çeşme otellerinde iyi para etmeye başlamıştı.Balık gibi satıldı satılmadı derdi de yoktu. Limanda ödeme.Ahtapot oltası çok teferruatlı, süslü, şıngırdaklı bir olta düzeneğidir. Kanca iriliğinde olta iğnelerine küçük bir karagöz balığı yem olarak takılır. Ahtapot oltanın fırfırıyla, şıngırtısıyla oynarken bedeni kanca iriliğindeki oltalara takılır. Sular fışkırtarak bütün çirkinliğiyle gelir yapışır küpeşteye.Mersin körfezi güzel ahtapot yapıyordu o yıl. Kayığın motorunu kapatıp kıyıdan akmaya bırakıyorduk. Tatlı esen poyrazla kayık açığa akarken ahtapotlar dip oltalarına sarılmaya başlardı. Bir seferinde çok iri bir ahtapot şekilden şekle girerek, sular fışkırtarak sırılsıklam geldi yapıştı küpeşteye. Ama o da nesi?Ayva büyüklüğünde üç tane taş tangur tungur küpeşteye düştü. Kadri ağabeye baktım, ’bu nedir’ gibilerden. Kadri ağabeyin gözleri deniz dibinden gelen taşlara takılmış kalmıştı. Bir süre öyle sessiz , kımıltısız durdu. Sonra ıslak çini mavisi gözleri bulanmaya gözyaşıyla dolamaya başladı. O öfke küpü adam sessiz ağlıyordu. - ’Ne oluyor Kadri ağabey’ dedim.İlk defa paylamadan konuşuyordu benimle. Islak taşları göstererek.- ’Yuvasını da beraberinde almış gelmiş.’dedi. ’Yuvasını yıktık garibanın’.Deniz tuzundan boğum boğum olmuş iri parmaklarıyla gözyaşını kocaman sildi. Sonra iri ahtapotu ensesinden yakalayıp hızla suya attı. Ardından da üç tane taş parçası sular sıçratarak denize gitti. Kadri ağabey fırfırlı ahtapot oltalarını toplarken:- ’Yuva yıkanın yuvası olmaz, bilirsin’ dedi. Aradan ne kadar yıl geçti, benim sahici Alaçatı ile bağlarım nasıl koptu, uzun hikâye.Bir kış günü Alaçatı’ya yolum düştü. Çeşme’nin ünlü rüzgârı şimdi poyrazdan keskin esiyor, kemiklere işliyordu. Kadri ağabey Alaçatı’ya geldiğimi duymuş, sabah erkenden o da çıkıp gelmişti. Güneş yoktu daha. Yine sert sert sesleniyordu evin bahçesinden.- Kalk hele, kalk! İşimiz var! Arabanın anahtarını da al, işimiz var yahu!Kadri ağabey ile arabaya binip Çeşmeye doğru yola çıktık. Yol boyunca yazlıkçılara sövdü saydı.Çeşme çarşısında esnaf lokantaları yeni açılmış, çorba servisi yapıyorlardı. Lokantalardan birine girdik. Kadri ağabey:- Çorbaları söyle sen. Geliyorum.’ Dedi.Mutfaktaki aşçı dumanı tüten çorbaları masaya koyarken Kadri ağabey de geldi. Yanında bir pirinç çuvalı dolusu kuru ekmek vardı.- ’Kadri ağabey bunlar ne?’Hiç cevap vermeden çorbasını içti. Kalktık.Kuru ekmek dolu çuvalı arabanın bagajına koyduk.- ’Ne yapıyoruz ağabey?’- Alaçatı’ya çek. Limana.Alaçatı limanı güneye açık olduğu için poyraz daha insaflı esiyordu. Limanda bir sürü köpek karşıladı bizi.- ’Allah acıdı bu garibanlara. Kış günü sen çıktın geldin.’Ben kuru ekmeklerin nereye gideceklerini anlamıştım.- ’Her gün aklım yüreğim bu hayvanlar da. Hava bozdu mu balıkçı kahveden çıkamaz. Bu hayvanlar bütün hafta aç burada. Balıkçı nasıl baş etsin bu kadar hayvanla.’Arabanın çevresinde fır dönen hayvanlara baktım. Hepsi çok bilinen cins hayvanlardı. İçlerinde birkaç tane de Dalmaçyalı bile vardı.- ’Bırakıp bırakıp gidiyorlar bunları Alaçatı’dan giderken. Ev hayvanı hepsi. Yastık minder hayvanı. Sokak köpeği aç kalmasın fırını deler. Bunlar karınlarını doyurmayı bile bilmez.’Kadri ağabey arabanın kapısını açarken söyleniyordu. - Gel de öfkelenme. Ben öfkeliyim. Ama insan oğlu çok zalim.’O kış Kadri ağabey bıçak gibi poyrazda kaç kez o limana gitti geldi, bilmiyorum. O sırada mı oldu olan, yine bilmiyorum. Kadri ağabey o kışı çıkaramadı.