01.04.2013 Pazartesi 12:00
Çocukların genetik yatkınlıkları yanında, çevre ve solunan havanın kirliliği ya da kimyasal ve her türlü fiziki ajana maruz kalmaları, onların küçük yaşta kansere yakalanma riskini artırıyor. Yüksek gerilim hatları yakınındaki yaşamlar, radyasyon en bilinen nedenler. Cep telefonları özellikle beyin tümörlerinin gelişimi ile ilgili olarak tartışılıyor. Türkiye’de çocukluk çağında görülen kanserlerin başında ise lösemi geliyor. Uzmanlar, anne sütü alan çocukların kansere yakalanma riskinin çok daha az olduğunu vurguluyor. Teknoloji ile erken yaşlarda tanışma ve çevresel kirlilik, çocukluk çağında görülen kanserlerde artışa neden oluyor. 1-15 yaş arasında görülen kanserleri ‘çocukluk çağı kanseri’ olarak tanımlayan uzmanlar, “Türkiye’de her yıl 2 bin 500 ile 3 bin arasında yeni çocukluk çağı kanseri tanısı konuyor” diyerek artışın rakamsal boyutunu gözler önüne seriyor. Acıbadem Adana Hastanesi Çocuk Hematolojisi Uzmanı Prof. Dr. Bülent Antmen, ilk sırada löseminin yer aldığını söylüyor. Çocukluk çağındaki kanserlerin yüzde 25’ini oluşturan lösemiyi, batılı gelişmiş ülkelerden farklı olarak yüzde 10-15 oranıyla lenf bezi kanserleri izliyor. Üçüncü sırada ise santral sinir sisteminde oluşan tümörler yer alıyor. Prof. Dr. Bülent Antmen, çocukların teknoloji ile mümkün olduğunca geç tanışması gerektiğini belirterek, küçük yaşlarda bilgisayar, cep telefonu ve mikrodalga fırınlar gibi fiziksel dalga yayan teknolojik ürünlerden mümkün olduğunca uzak tutulmasını istedi. Kanserden korunmak için yüksek gerilim hattı geçen yerlerde uzun süreli yaşanılmaması gerektiğini aktaran Antmen, “Doğal, organik ve dengeli beslenmeye önem verilmeli. Doğal ortamda yetişmeyen her şey kanseri tetikleyebiliyor. Bu tetiklemenin kimde, ne zaman, niye ortaya çıktığı henüz bilinmiyor. Bebekler mutlaka anne sütü ile beslenmeli. Anne sütü, çocukları ileriki yaşlarında da kanserden koruyor. 18 ay boyunca anne sütü alan bir bebeğin orta yaşlara geldiğinde kansere yakalanma riski belirgin olarak azalıyor.” dedi. Çocukluk çağında görülen tüm kanser türlerinin dörtte birini oluşturan löseminin akut lenfoblastik löemi (ALL) ve akut myeloid lösemi (AML) olarak iki türü olduğunu ifade eden Prof. Antmen, “ALL’nin görülme sıklığı, özellikle 1-4 yaş arasında artıyor. AML ise tüm lösemilerin yüzde 15’ini oluşturuyor. Az görülmesine karşın tedavisi daha zor gerçekleşiyor. Halsizlik, nedeni bilinmeyen ateş, kilo kaybı ile karın ve kemik ağrısı gibi şikayetler, löseminin belirtileri sayılıyor. Hastalığın en kötü yanı, sinsi başlaması. Şikayetler ortaya çıktığında herhangi bir kan testi ve hemogragm yaptırılmazsa, basit bir enfeksiyon olarak değerlendirildiği takdirde, tedavide geç kalınıyor. Bu gibi durumlarda periferik yayma ve kemik iliği aspirasyonu yapılarak, örneklerin mikroskop altında incelenmesi ve bazı analizler yapılması gerekiyor. Demir eksikliği anemisi olduğu zannedilirken lösemi tanısı alan çocukların sayısı, her geçen gün artıyor. “ ifadelerini kullandı. Hiçbir hastanın, aynı şekilde tedavi edilmediğini anlatan Antmen şöyle devam etti: “Çünkü tedavi protokolü, tamamen hastalığın seyrine ve kişinin tedaviye verdiği cevaba göre şekilleniyor. ALL, sadece kemoterapi ile yüzde 90 oranında tedavi edilebilen bir hastalıkken, AML’de bu oran yüzde 50’lere düşüyor. Kök hücre nakli devreye girdiği zaman başarı oranı yüzde 90’a çıkıyor. Tedavi süresi kız çocuklarında ortalama iki yıl sürerken, erkek çocuklarda üç yılı buluyor. Görülme sıklığı ve hastalığın tekrarlama oranı erkeklerde daha yüksek olduğu için, onlara uygulanan tedavi biraz daha uzun sürüyor.”