11.09.2014 Perşembe 14:45
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, "İş Sağlığı ve Güvenliği Sözleşmesi yapma zorunluluğu bulunan 680 bin 'tehlikeli' ve 'çok tehlikeli' işyerlerinden 180 bini sözleşme yapmış, 500 bini henüz sözleşme yapmamış. Nereler bunlar; 'tehlikeli' ve 'çok tehlikeli' işyerleri" dedi. Çelik, son dönemde yaşanan iş kazalarının ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına yönelik eleştirilere tepki göstererek, şunları kaydetti: "İş kazası söz konusu olunca ilk akla gelen bakanlık Çalışma Bakanlığı ama sorumluluk açısından bakıldığında durumun farklı olduğunu göreceksiniz. İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası çıkarttık ve bu yasaya göre, Türkiye'de 680 bin 'tehlikeli' ve 'çok tehlikeli' işler var. 1 Ocak 2014'ten itibaren bu 'tehlikeli' ve 'çok tehlikeli' işyerlerinde iş sağlığı ve iş güvenliği bulundurma zorunluluğu getirdik. 9 ay geçmiş, sistemi yerine oturtmuşuz. 2012'den önce hiç yokken bugün 83 bin iş güvenliği uzmanımız, 23 bin işyeri hekimimiz var. 2 yıl içerisinde alt yapı oluşturduk ve tümden yasa yürürlüğe girdi. Şimdi bakıyoruz İş Sağlığı ve Güvenliği Sözleşmesi yapma zorunluluğu bulunan 680 bin 'tehlikeli' ve 'çok tehlikeli' işyerlerinde 180 bini sözleşme yapmış, 500 bini sözleşme henüz yapmamış. Nereler bunlar; 'tehlikeli' ve 'çok tehlikeli' işyerleri. Bunun müeyyidesi ne, 11 bin lira ceza vereceksiniz. Bu sözleşmeleri yapmayanlara bu cezaları uygulayacaksınız. Ceza çözüm müdür? İşte uyguluyoruz. Tekrar tekrar ikaz mektupları yazıyoruz. Şimdi bu 500 bin işyerinde kaza yaşanırsa yasal olarak ikazları yapıyoruz. Siz bu bilince sahip değilseniz, canı değil malı önemsiyorsanız bu bilinç yetersizliği olduğu sürece bu işin üstesinde nasıl geleceksiniz?" "Topyekun farkındalığın oluşması konusunda gayret göstermemiz gerekiyor" Problemin sorumluluğunu bir yerlere yıkarak kurtulma meselesi olmadığını, problemin farkındalık problemi olduğunu ifade eden Çelik, "İşvereniyle, işçisiyle, sorumlularıyla, siyasetçisiyle, medyasıyla topyekun farkındalığın oluşması konusunda gayret göstermemiz gerekiyor. Aksi takdirde her acı olaydan sonra başsağlığı dileklerimiz devam edecek ki, buna ne milletin ne de bizim tahammülümüz yok" dedi. Bakan Çelik, iş sağlığı ve güvenliği alanında yasal olarak hiçbir boşluk görmediğini belirterek, şöyle konuştu: "Bazı işverenler günü kurtaracak tedbirler alıyor. Bu aynen şunun gibi; araç muayene istasyonuna aracınızı muayeneye götüreceksiniz. Sizden yangın tüpü, ilk yardım çantası istiyorlar. Bakıyorsunuz aracınızda bunlar yok. Tüpü ve çantayı arkadaşınızın aracınızdan alıyorsunuz, gidiyorsunuz aracınızı muayene ettiriyorsunuz ve döner dönmez de arkadaşınıza yangın tüpünü ve il yardım çantasını geri veriyorsunuz. Bu bize has bir durum. Bu anlayışla iş sağlığı ve güvenliğini sağlayabilir misiniz? Yolda aracınızda bir yangın çıksa yangını söndürmek için uğraşacaksın. Biz iş sağlığı, iş güvenliği ve insana değeri başa bir şey geldiğinde ancak 'ne kadar önemliymiş' diyoruz. Bu anlayıştan başta işverenler olmak üzere herkes vazgeçmeli. İşyerinde teftiş yapılıyor, müfettiş geliyor. O halde bu işleri düzeltelim. Müfettiş geldi ve gördü, çok güzel, eksik yok. O gittikten sonra 'eski tas eski hamam' deniyorsa ve işverenin zihniyeti buysa bu kazalar bitmez. Müfettiş gelse de müfettiş gelmese de, müfettiş şikayet üzerine gelse de şikayetsiz gelse de siz eğer o bilinci işyerlerinizde o iyi halin devamını esas almışsanız o zaman sorunsuz ve kazasız bir işyerini sürdürmenize imkan vardır. Onun için bu bilinç son derece önemli." "Bakanlığımızca yapılan teftişlerde sorun yaşanmıyor" Bütün uluslararası mevzuat ve Türkiye'deki yasaların işyerlerindeki sorumluluğun tümünü işverene yüklediğine dikkati çeken Çelik, şöyle devam etti: "Türkiye'de 1 milyon 630 bin işyeri var. 2 milyon kişiyi işe alalım, her iş yerinin başına bir adam otursun, bunları izlesin gibi bir yaklaşım olmayacağından, proje bazlı olan bu işyerlerinde sorumlular 24 saat işlerin başında olmalıdırlar. Yanlışlığın yapılmasına izin vermemeliler. Müfettişler anlık denetim yaparlar, geldim, baktım, bir şey var mı yok mu? Müfettiş 'bir eksiklik görülmemiştir' veya 'şu iki eksiklik var' diyebilir. Mesela 160 madeni kapatmışız, birçok inşaatı mühürlemişiz. Neden? Tehlike arz ettiği için. Hayat devam ediyor, işyerlerinde çalışmalar devam ediyor. 2 saat sonra ne ile karşılaşacağınızı bilemezseniz. Biz 4 ayda teftiş yapmış, 21 eksik bulmuşuz, onları gidertmişiz ama 5 aydan 9 aya kadar bina 10-15 kat yükselmiş. Oraya 'her gün müfettiş gelecek' diye bir şey yok. Müfettişin görevi farkındalık oluşturmak. Karıştırılıyor, Türkiye'deki sıkıntı bu. Türkiye'de yapılan bu teftişler zannediliyor ki bir bekçi gibi iş kazalarını tümden ortadan kaldırtmak için... Öyle değil, farkındalığı oluşturmak için teftiş yapılıyor. Asıl olan iç teftiştir, iç denetimdir. Madem işin sahibi iş sağlığı ve güvenliğinde sorumlu, orada 24 saat bulunan teknik adamlarla her gün iç denetim yapmalı. Yoksa bakanlığımızca yapılan teftişlerde sorun yaşanmıyor." "Asansör kazasıyla ilgili incelemeler devam ediyor" İstanbul'daki asansör kazasıyla ilgili incelemelerin devam ettiğinin hatırlatılması ve iş teftiş kurulu müfettişlerinin raporlarının ne zaman tamamlanacağının sorulması üzerine Çelik, hayatlarını kaybeden işçilere Allah'tan rahmet ve tüm millete başsağlığı dileyerek sözlerine başladı. Türkiye'nin her alanda büyük bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirdiğini, son 10 yılda işçi ve işyeri sayısında yüzde 120'lere varan artış yaşandığını, ülkenin her alanda üç kat büyüdüğünü ifade eden Çelik, 2002'de yüzde 5,6 küçülen inşaat sektörünün de yüzde 7,1 büyüyerek dünya devleri arasına girdiğini söyledi. İnşaat sektörünün çok tehlikeli iş kollarından birisi olduğunu, alınacak önlemlerin önem arz ettiğini kaydeden Çelik, Türkiye'de ilk kez 2012'de, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası gibi temel bir yasanın yürürlüğe girdiğini, yasanın getirdiklerinin uygulanması için de 2 yıldır yoğun bir çaba gösterdiklerini anlattı. Çelik, bu çalışmaların sonucunda 2002'de 100 bin işçiden 16 işçinin hayatını kaybettiğini, 2012 sonunda bu rakamın 6'ya düştüğünü, bunun da son derece önemli bir başarı olduğunu belirtti. "Ama bir asansör faciası, bir maden faciası karşısında maalesef bütün bu olumlu tabloların gölgelendiğini ifade etmek istiyorum" diyen Çelik, son derece üzücü bir durumla karşı karşıya olunduğunu dile getirdi. Bakan Çelik, sözlerine şöyle devam etti: "Neden oluyor bu işler? Çok açık ve net bunu görüyoruz, üretim zorlaması var. Bunu herkesin görmesini özellikle rica ediyorum. Bunu görmediğimiz an gerçekleri tespit edemeyiz. Üretim zorlaması, kazanma hırsı... Kazanma hırsı herkeste vardır ama eğer hukuk içerisinde kontrollü değilse bu kazanma hırsı ne gibi sorunlar açtığını hep beraber izliyoruz. Bunun yanında maliyet zorlaması var. Siz işi daha ucuza yaptırmak için taşeronluk sistemini acımasız bir şekilde kullanarak, insanları, çalışanları adeta köleleştirerek bir uygulama içerisine girerseniz, burada maliyetin getirdiği baskılardan dolayı, çok kazanma hırsıyla bütünleşen bu anlayış ister istemez güvenliği ikinci derecede bırakmaktadır. Diğer bir konu, imar zorlaması var. İstanbul'da gördüğümüz tablo da bu. Ali Sami Yen Stadı'nın yerine, Galatasaray'a yapılan stada karşılık takas işlemleri yapılıyor. İster istemez bir imar sorunu ortaya çıkmış, bir imar zorlamasıyla da karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Ve en önemlisi, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin gelişen bu teknolojiye uygun bir şekilde işverenler tarafından, işin sahipleri tarafından uygulanıyor olmaması." "Konunun cahili olan insanlar çok konuşuyorlar" İş sağlığı ve güvenliği alanının insan faktörüyle ilgilisi nedeniyle çok hassas olduğuna dikkati çeken Çelik, şöyle konuştu: "Bu konunun cahili olan insanlar çok konuşuyorlar, en çok ağrımıza giden konu o. Anlatıyorsunuz, söylüyorsunuz, söylediğinizi anlamaktan aciz ve yorum yaparken, değerlendirirken çok farklı değerlendirme yapıyorlar. Bir yer, eğer tümden anahtar teslim, bir başkasına inşa için verilmişse sorumlu olan anahtar teslim o işi alandır. Yer sahibinin, arsa sahibinin burada bir kusuru söz konusu değil. Ama bir ortaklık söz konusu ise, müştereken onların sorumlulukları vardır. Yoksa bir vatandaş arsasını müteahhite veriyor, bir kaza meydana gelirse sorumluluk arsa sahibinindir gibi bir şey söylemek doğru değil. Bunu özellikle ifade etmek istiyorum. Binayı TOKİ yapıyorsa sorumluluk TOKİ'nindir, orada bulundurması gereken teknik tüm elemanları orada bulundurmak durumunda, o sorumluluktan TOKİ kaçamaz ama eğer siz bunu anahtar teslim bir başkasına, arsa sahibi olarak vermişseniz, o sorumluluk onu alan ve yapan firmadadır." "Türkiye, 'can mı mal mı' konusunda karar vermeli" Bakan Çelik, İstanbul'da kazanın yaşandığı inşaatın bütün teknik işlerinden sorumlu bir fenni mesulü bulunduğuna, yapı denetim firmasının da A'dan Z'ye, temeli attıktan çatıyı kapatıncaya kadar devam eden bir sorumluluğu olduğuna işaret etti. Asansör firmasının da inşaatta sorumlusu ve teknik heyeti bulunduğunu, asansörün kurallara uygun çalışıp çalışmadığının, periyodik denetimlerinin yapılıp yapılmadığının da makine mühendisleri odaları ilgililerince takip edildiğini anımsatan Çelik, sözlerine şöyle devam etti: "Bu kaza, bunların ortasında meydana geliyor. 24 saat işin başında, görev karmaşası yok, herhangi bir sıkıntı yok. Yeni bir görev tanımlamasına gerek yok. Bizzat asansörden sorumlu olan insanlar, yetkililer var. Bizzat inşaatın teknik inşasından sorumlu görevliler var ve bunların ortasında bu olay meydana geliyor. Burada şunu sormamız gerekiyor, önce can mı mal mı? Türkiye, bu kararı vermek durumundadır. Çağdaş ülke olacaksak 'can mı mal mı' noktasındaki kararımızı netleştirmemiz gerekiyor. Bunu dille söylememiz bir şey ifade etmiyor. Bunu, söylüyorum diye söylemek değil. Gerçekten bunun gereğini yerine getirecek bir anlayış içerisinde olmamız halinde biz bu konuda candan yana olduğumuzu ortaya koyabiliriz. Yoksa ifade olsun diye söyleyelim, 'candan yanayız' ama bildiğimiz okumaya devam edecek olursak bu konu yani kazaların kaçınılmaz bir durum alacağını bir kez daha ifade ediyorum. Bu konu bir bakanlığın çözeceği bir konu değil, bu bir sistem meselesidir. Bu sistem meselesinden dolayı da zihniyetimizin, bakış açılarımızın değişmesi, 'önce insan' dememiz gerekiyor. Bütün işverenler, çalışanlar, bütün taraflar olarak önce bir zihniyet sorgulaması mutlaka yapmamız gerekir. Yoksa iş çok kolay, Çalışma Bakanlığının üzerine davulu asacaksınız tokmağı alacaksınız, vuruyorsunuz. Bunun bir karşılığı yok, yanlış adres yani bu."